Akça: Kadına şiddette değişen bir şey yok

Gündem 06.09.2024 - 16:37, Güncelleme: 06.09.2024 - 16:37 7036+ kez okundu.
 

Akça: Kadına şiddette değişen bir şey yok

Adana Çocuk ve Kadın Hakları Derneği (ÇKHD) Başkanı Çiğdem Akça, Adana Yumurtalık ilçesinde, kadın cinayetine değinerek, “Ülkemiz ve ilimizde gelinen vahim duruma karşı, yetkililer duymasa da ses çıkarmaya devam edeceğiz” dedi.
“KARISININ BAŞINI TAŞLA EZEN ŞAHSIN   TUTUKLANMIŞ OLMASI BİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMİYOR” Yıllardır kadına şiddete karşı mücadele verildiğini ancak bu konuda olumlu bir adım atılmadığına dikkat çeken ÇKHD Başkanı Çiğdem Akça, “Yumurtalıkta en son işlenen eş cinayetinde boşanmak isteyen karısının başını taşla ezen şahsın tutuklanmış olması bir şey değiştirmiyor. Ayşe Dürüst artık aramızda yok. Ateşli silahları bir kenara bırakalım, nasıl bir öfke hayat arkadaşlığı ettiğiniz bir kadına yapılan bu vahşice saldırıyı haklı gösterebilir” diye konuştu. “GÜNDE BİR KAÇ CİNAYET OLMASI DAHİ ARTIK ŞAŞIRTICI OLMUYOR” Akça, “Ülkemizin dört bir yanından gelen kadın cinayeti haberleri o kadar vahim boyutlarda ki, günde bir kaç cinayet olması dahi şaşırtıcı olmuyor. Kadın, toplumumuzun her alanında eğitim, yaş, sosyoekonomik durum ayırt etmeksizin şiddete maruz kalmakta, her gün medyaya yansısın yansımasın birçok kadına yönelik şiddet eylemi gerçekleşmektedir. Yani her cinayette duyulmuyor, adli kayıtlara sadece vaka olarak geçiyor” dedi. “2009 YILINDA TÜRKİYE AİHM’DEN AİLE İÇİ ŞİDDET DOLAYISIYLA CEZA ALAN İLK ÜLKEDİR” Adana Çocuk ve Kadın Hakları Derneği (ÇKHD) Başkanı Çiğdem Akça, “Ülkemizde kadına karşı şiddet konusunda en büyük yankı uyandıran olay: AHİM’e başvuru konusu olan ve sonucunda da Türkiye’nin başvurana yüklü miktarda tazminat ödemesi kararlaştırılan ‘devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak kocası tarafından öldürülen Nahide OPUZ’ olmuştur. Aynı zamanda bu mahkûmiyet ile Türkiye AİHM’den aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke olmuştur” diye konuştu. Akça, sözlerini daha sonra şöyle devam ettirdi: “Bu davayı ayrıntılı olarak incelediğimizde, şu anda ülkemizde uygulanan 6284 sayılı yasanın ne kadar emekle yapılandırıldığını ama İstanbul Sözleşmesinden çekilmekle de adeta yok gibi olduğunu görürüz.Davayı hatırlayalım. “Diyarbakır’da yaşayan 1972 doğumlu Nahide Opuz (Akgün), beş yıllık bir beraberlikten sonra Kasım 1995'te evlendiği Hüseyin Opuz ile üç çocuk sahibi bir Türk yurttaşıdır. Nahide Opuz, evliliği süresince annesiyle birlikte Hüseyin Opuz'un darplarına, bıçaklı saldırısına ve bir kez da araçla ezme girişimine maruz kaldı. Nahide Opuz, yaşadığı şiddet olayları için 36 kez annesi Minteha Baybur ile devlet makamlarına şikâyette bulundu; 6 defasında olay kayıt altına alındı. Nahide Opuz'un annesi, 27 Şubat 2002'de Diyarbakır savcılığına ölüm tehditlerinin yoğunlaştığına dair şikâyette bulundu. Bu şikâyet henüz sonuçlanmadan, 11 Mart 2002'de kızını yanına alarak İzmir'e yerleşmek üzere bir kamyona eşya yüklemişken; aracın önünü kesen Hüseyin Opuz tarafından vurularak öldürüldü. Hüseyin Opuz aleyhine 13 Mart 2002 tarihinde kamu davası açıldı. Nahide Opuz’un Aralık 2001'de açtığı boşanma davası annesinin öldürülmesinden sonra sonuçlandı ve çift boşandı. “AİHM KARARI, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ OLARAK YENİ BİR İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİ DOĞURDU” Annesinin öldürülmesinden sonra AHİM’e başvuran Nahide Opuz, başvurusunda, yetkililerce yaşam haklarının korunmadığını, annesiyle maruz kaldıklarını şiddet ve tehditlere yerel makamların duyarsız kaldıklarını bildirdi. Mahkeme oybirliğiyle, Türkiye'nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığına hükmetti. Bu yüzden Ankara'nın, Nahide Opuz adlı vatandaşa 36 bin 500 Euro ödemesine karar verildi. Mahkeme ayrıca, Türkiye’de polislerin şiddet sorununu "müdahale edemeyecekleri bir aile içi mesele" olarak gördüklerine, bu nedenle kadından şikâyet geldiğinde arabulucu rolü üstlendiklerine dikkat çekti. Kadınların ev içi şiddete karşı korunmayarak ayrımcılığa uğradıklarına dair AİHM kararı, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen yeni bir insan hakları sözleşmesini doğurdu. Avrupa Konseyi’nin Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Sözleşmesi, bu kararın üzerinde inşa edildi. “GELİNEN NOKTA İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN ÇEKİLMEMİZLE DOĞRUDAN BAĞLANTILIDIR” Maalesef gelmiş olduğumuz nokta İstanbul Sözleşmesinden çekilmemizle doğrudan bağlantılıdır. Toplumda yarattığı algı ise ülkemizdeki şiddetle mücadelenin ortadan kalktığı, olmadığı yönündedir. Yoksa erkekler bu kadar vahşice cinayetler işleyebilirler mi? Bazı kesimleri memnun etmek için atılan adımlar adeta kadınların idam kararı olmuştur.Yaşanmakta olan tüm kadına karşı şiddet eylemlerinin başlı başına en büyük nedeni; ülkemizde alınan tedbirlerin yetersiz oluşudur. Üstelik mağdur kadın, şiddeti uygulayanın eylemi tekrarlamasından korkması nedeniyle; maruz kaldığı şiddetin sonucunda ciddi bir zarara uğramadığı takdirde; yetkili yerlere başvurarak, bu durumun önüne geçilmesini de ne yazık ki talep edememektedir. “KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEMEYE VE KALDIRMAYA YÖNELİK” NELER YAPILMALI ? Bu konuda ilk yapılması gereken; kadına karşı şiddet konusunda toplumda bilinç geliştirilmesidir. Bu bilinç her şeyden önce kadının birey olduğunun kabulünü sağlayarak, toplumdaki zihniyeti değiştirici şekilde olması gerekmektedir.Devlet çok yönlü olarak bu ciddi sorunu ele almalı, bu konuda gerekli politikalar üretmelidir. “EVLENMEK KADAR BOŞANMAKTA NORMALDİR, EBEVENLER BOŞANSALARDA ÇOCUKLARI İÇİN GÖRÜŞMEYE DEVAM EDERLER.” Kadına karşı şiddetle mücadele toplumsal düzeyde ortak ve kararlı bir şekilde yürütülmeli, kadına karşı şiddeti doğuran ve devamlı hale getiren olumsuz tutum ve davranışları ortadan kaldırmak için sosyal farkındalık oluşturularak, toplumdaki bireylerin kadına karşı bakış açısında olumlu değişimlere sebebiyet verecek düzenlemeler yapılmalıdır.Kadınların, eğitim ve iş hayatında desteklenmesine ve meslek sahibi olmalarına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Bu durum özellikle ekonomik şiddet mağduru kadınlara yönelik önemli bir gelişme olacaktır.Ülkemizde özellikle mevzuatta bulunmasına rağmen, uygulamadaki eksiklikler nedeniyle kadına karşı şiddet eylemlerinin önüne geçilememektedir. Bu açıdan uygulamaya öncelik verilmeli ve yasalar amacına uygun olarak uygulanmalıdır. Buna ilişkin örnek vermek gerekirse; Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen belirli suçlara ilişkin cezalara uygulanan ‘haksız tahrik’ indiriminin kadına karşı şiddet suçlarının cezalarında uygulaması kaldırılmalıdır. Ayrıca bu sayede kadına karşı şiddete ilişkin suçların cezaları ‘cezaların caydırıcılığı ilkesi’ niteliğine daha fazla uygun olacaktır. “ADANA’DA BELEDİYELERİN SIĞINMA EVLERİ EN KISA ZAMANDA AÇILMALIDIR” Şiddete uğramış mağdur kadınlar için güvenli, kolayca ulaşılabilir, her zaman sığınabilecekleri kurumlar, gerekli tedbirler alınarak oluşturulmalıdır. Şiddet mağduru kadın bu sayede kendini güvende hissedeceği bir ortama kavuşacaktır. Belediyelerin sığınma evi açmaları büyük önem taşımaktadır. Çünkü kadınların kabulü prosedür açısından daha esnek olabilir. Kadına karşı şiddet eylemlerinin önüne geçebilmek için toplumsal düzeyde hareket edilmesi gerekmektedir. Devlet bu konuda gerekli önlemleri alırken öncelikle şiddeti önleme ve şiddet mağdurunu koruma, sonrasında şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik mevzuatta gerekli düzenlemeleri yaparak ve uygulamadaki eksiklikleri tamamlayarak şiddet uygulayana karşı caydırıcı önlemler almalıdır. Bu maalesef günümüzde çok eksik kalmaktadır.Kadınların aile, eş-sevgili bağlantılı cinayetlerin kurbanları olmaları, konuyu kriminolojiden sosyolojiye taşımaktadır. Farkındalık yaratılması için 1992 yılında; erkeğin nefret, aşağılama ya da zevk duygusuyla kadını öldürmesi, 'kadın cinayeti antolojisinde' terminolojiye girmiştir. 2013 yılında BM Genel Kurulu'nun "Kadın ve kız çocuklarının toplumsal cinsiyete dayalı öldürülmesine karşı harekete geçilmesi" yönündeki kararıyla konu küresel etiğin alanına girdi.Erkek kurbanların ezici çoğunluğu yabancı erkekler tarafından öldürülürken, kadınlar çoğunlukla tanıdıkları biri tarafından öldürülüyorlar.Kadınlar ve kız çocukları kamusal alanda işlenen tüm cinayet mağdurlarının onda birini oluşturuyor ancak evde işlenen ölümcül şiddet kadınların akıbeti. “KÜRESEL BİR SORUN AYNI ZAMANDA” Küresel olarak eş-sevgili veya aile üyeleri tarafından öldürülen kadınlar, tüm kadın cinayetlerinin yüzde 58'ini kapsıyor. Kadın cinayetleri – kadınların kadın oldukları için kasıtlı olarak öldürülmesi – küresel bir sorundur. BM’nin son tahminlerine göre , her yıl 50.000 kadın ve kız, birlikte oldukları partnerler veya diğer aile üyeleri tarafından öldürülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, kadın cinayeti erkek cinayetinden farklıdır, çünkü çoğu vaka “evde devam eden taciz, tehdit veya yıldırma, cinsel şiddet veya kadınların eşlerinden daha az güce veya daha az kaynağa sahip olduğu durumları içerir.”
Adana Çocuk ve Kadın Hakları Derneği (ÇKHD) Başkanı Çiğdem Akça, Adana Yumurtalık ilçesinde, kadın cinayetine değinerek, “Ülkemiz ve ilimizde gelinen vahim duruma karşı, yetkililer duymasa da ses çıkarmaya devam edeceğiz” dedi.

“KARISININ BAŞINI TAŞLA EZEN ŞAHSIN

 

TUTUKLANMIŞ OLMASI BİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMİYOR”

Yıllardır kadına şiddete karşı mücadele verildiğini ancak bu konuda olumlu bir adım atılmadığına dikkat çeken ÇKHD Başkanı Çiğdem Akça, “Yumurtalıkta en son işlenen eş cinayetinde boşanmak isteyen karısının başını taşla ezen şahsın tutuklanmış olması bir şey değiştirmiyor. Ayşe Dürüst artık aramızda yok. Ateşli silahları bir kenara bırakalım, nasıl bir öfke hayat arkadaşlığı ettiğiniz bir kadına yapılan bu vahşice saldırıyı haklı gösterebilir” diye konuştu.

“GÜNDE BİR KAÇ CİNAYET OLMASI DAHİ

ARTIK ŞAŞIRTICI OLMUYOR”

Akça, “Ülkemizin dört bir yanından gelen kadın cinayeti haberleri o kadar vahim boyutlarda ki, günde bir kaç cinayet olması dahi şaşırtıcı olmuyor. Kadın, toplumumuzun her alanında eğitim, yaş, sosyoekonomik durum ayırt etmeksizin şiddete maruz kalmakta, her gün medyaya yansısın yansımasın birçok kadına yönelik şiddet eylemi gerçekleşmektedir. Yani her cinayette duyulmuyor, adli kayıtlara sadece vaka olarak geçiyor” dedi.

“2009 YILINDA TÜRKİYE AİHM’DEN AİLE İÇİ

ŞİDDET DOLAYISIYLA CEZA ALAN İLK ÜLKEDİR”

Adana Çocuk ve Kadın Hakları Derneği (ÇKHD) Başkanı Çiğdem Akça, “Ülkemizde kadına karşı şiddet konusunda en büyük yankı uyandıran olay: AHİM’e başvuru konusu olan ve sonucunda da Türkiye’nin başvurana yüklü miktarda tazminat ödemesi kararlaştırılan ‘devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak kocası tarafından öldürülen Nahide OPUZ’ olmuştur. Aynı zamanda bu mahkûmiyet ile Türkiye AİHM’den aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke olmuştur” diye konuştu.

Akça, sözlerini daha sonra şöyle devam ettirdi:

“Bu davayı ayrıntılı olarak incelediğimizde, şu anda ülkemizde uygulanan 6284 sayılı yasanın ne kadar emekle yapılandırıldığını ama İstanbul Sözleşmesinden çekilmekle de adeta yok gibi olduğunu görürüz.Davayı hatırlayalım. “Diyarbakır’da yaşayan 1972 doğumlu Nahide Opuz (Akgün), beş yıllık bir beraberlikten sonra Kasım 1995'te evlendiği Hüseyin Opuz ile üç çocuk sahibi bir Türk yurttaşıdır. Nahide Opuz, evliliği süresince annesiyle birlikte Hüseyin Opuz'un darplarına, bıçaklı saldırısına ve bir kez da araçla ezme girişimine maruz kaldı. Nahide Opuz, yaşadığı şiddet olayları için 36 kez annesi Minteha Baybur ile devlet makamlarına şikâyette bulundu; 6 defasında olay kayıt altına alındı. Nahide Opuz'un annesi, 27 Şubat 2002'de Diyarbakır savcılığına ölüm tehditlerinin yoğunlaştığına dair şikâyette bulundu. Bu şikâyet henüz sonuçlanmadan, 11 Mart 2002'de kızını yanına alarak İzmir'e yerleşmek üzere bir kamyona eşya yüklemişken; aracın önünü kesen Hüseyin Opuz tarafından vurularak öldürüldü. Hüseyin Opuz aleyhine 13 Mart 2002 tarihinde kamu davası açıldı. Nahide Opuz’un Aralık 2001'de açtığı boşanma davası annesinin öldürülmesinden sonra sonuçlandı ve çift boşandı.

“AİHM KARARI, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ OLARAK

YENİ BİR İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİ DOĞURDU”

Annesinin öldürülmesinden sonra AHİM’e başvuran Nahide Opuz, başvurusunda, yetkililerce yaşam haklarının korunmadığını, annesiyle maruz kaldıklarını şiddet ve tehditlere yerel makamların duyarsız kaldıklarını bildirdi. Mahkeme oybirliğiyle, Türkiye'nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığına hükmetti. Bu yüzden Ankara'nın, Nahide Opuz adlı vatandaşa 36 bin 500 Euro ödemesine karar verildi. Mahkeme ayrıca, Türkiye’de polislerin şiddet sorununu "müdahale edemeyecekleri bir aile içi mesele" olarak gördüklerine, bu nedenle kadından şikâyet geldiğinde arabulucu rolü üstlendiklerine dikkat çekti. Kadınların ev içi şiddete karşı korunmayarak ayrımcılığa uğradıklarına dair AİHM kararı, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen yeni bir insan hakları sözleşmesini doğurdu. Avrupa Konseyi’nin Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Sözleşmesi, bu kararın üzerinde inşa edildi.

“GELİNEN NOKTA İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN

ÇEKİLMEMİZLE DOĞRUDAN BAĞLANTILIDIR”

Maalesef gelmiş olduğumuz nokta İstanbul Sözleşmesinden çekilmemizle doğrudan bağlantılıdır. Toplumda yarattığı algı ise ülkemizdeki şiddetle mücadelenin ortadan kalktığı, olmadığı yönündedir. Yoksa erkekler bu kadar vahşice cinayetler işleyebilirler mi? Bazı kesimleri memnun etmek için atılan adımlar adeta kadınların idam kararı olmuştur.Yaşanmakta olan tüm kadına karşı şiddet eylemlerinin başlı başına en büyük nedeni; ülkemizde alınan tedbirlerin yetersiz oluşudur. Üstelik mağdur kadın, şiddeti uygulayanın eylemi tekrarlamasından korkması nedeniyle; maruz kaldığı şiddetin sonucunda ciddi bir zarara uğramadığı takdirde; yetkili yerlere başvurarak, bu durumun önüne geçilmesini de ne yazık ki talep edememektedir.

“KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEMEYE VE

KALDIRMAYA YÖNELİK” NELER YAPILMALI ?

Bu konuda ilk yapılması gereken; kadına karşı şiddet konusunda toplumda bilinç geliştirilmesidir. Bu bilinç her şeyden önce kadının birey olduğunun kabulünü sağlayarak, toplumdaki zihniyeti değiştirici şekilde olması gerekmektedir.Devlet çok yönlü olarak bu ciddi sorunu ele almalı, bu konuda gerekli politikalar üretmelidir.

“EVLENMEK KADAR BOŞANMAKTA NORMALDİR, EBEVENLER

BOŞANSALARDA ÇOCUKLARI İÇİN GÖRÜŞMEYE DEVAM EDERLER.”

Kadına karşı şiddetle mücadele toplumsal düzeyde ortak ve kararlı bir şekilde yürütülmeli, kadına karşı şiddeti doğuran ve devamlı hale getiren olumsuz tutum ve davranışları ortadan kaldırmak için sosyal farkındalık oluşturularak, toplumdaki bireylerin kadına karşı bakış açısında olumlu değişimlere sebebiyet verecek düzenlemeler yapılmalıdır.Kadınların, eğitim ve iş hayatında desteklenmesine ve meslek sahibi olmalarına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Bu durum özellikle ekonomik şiddet mağduru kadınlara yönelik önemli bir gelişme olacaktır.Ülkemizde özellikle mevzuatta bulunmasına rağmen, uygulamadaki eksiklikler nedeniyle kadına karşı şiddet eylemlerinin önüne geçilememektedir. Bu açıdan uygulamaya öncelik verilmeli ve yasalar amacına uygun olarak uygulanmalıdır. Buna ilişkin örnek vermek gerekirse; Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen belirli suçlara ilişkin cezalara uygulanan ‘haksız tahrik’ indiriminin kadına karşı şiddet suçlarının cezalarında uygulaması kaldırılmalıdır. Ayrıca bu sayede kadına karşı şiddete ilişkin suçların cezaları ‘cezaların caydırıcılığı ilkesi’ niteliğine daha fazla uygun olacaktır.

“ADANA’DA BELEDİYELERİN SIĞINMA EVLERİ

EN KISA ZAMANDA AÇILMALIDIR”

Şiddete uğramış mağdur kadınlar için güvenli, kolayca ulaşılabilir, her zaman sığınabilecekleri kurumlar, gerekli tedbirler alınarak oluşturulmalıdır. Şiddet mağduru kadın bu sayede kendini güvende hissedeceği bir ortama kavuşacaktır. Belediyelerin sığınma evi açmaları büyük önem taşımaktadır. Çünkü kadınların kabulü prosedür açısından daha esnek olabilir. Kadına karşı şiddet eylemlerinin önüne geçebilmek için toplumsal düzeyde hareket edilmesi gerekmektedir. Devlet bu konuda gerekli önlemleri alırken öncelikle şiddeti önleme ve şiddet mağdurunu koruma, sonrasında şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik mevzuatta gerekli düzenlemeleri yaparak ve uygulamadaki eksiklikleri tamamlayarak şiddet uygulayana karşı caydırıcı önlemler almalıdır. Bu maalesef günümüzde çok eksik kalmaktadır.Kadınların aile, eş-sevgili bağlantılı cinayetlerin kurbanları olmaları, konuyu kriminolojiden sosyolojiye taşımaktadır. Farkındalık yaratılması için 1992 yılında; erkeğin nefret, aşağılama ya da zevk duygusuyla kadını öldürmesi, 'kadın cinayeti antolojisinde' terminolojiye girmiştir. 2013 yılında BM Genel Kurulu'nun "Kadın ve kız çocuklarının toplumsal cinsiyete dayalı öldürülmesine karşı harekete geçilmesi" yönündeki kararıyla konu küresel etiğin alanına girdi.Erkek kurbanların ezici çoğunluğu yabancı erkekler tarafından öldürülürken, kadınlar çoğunlukla tanıdıkları biri tarafından öldürülüyorlar.Kadınlar ve kız çocukları kamusal alanda işlenen tüm cinayet mağdurlarının onda birini oluşturuyor ancak evde işlenen ölümcül şiddet kadınların akıbeti.

“KÜRESEL BİR SORUN

AYNI ZAMANDA”

Küresel olarak eş-sevgili veya aile üyeleri tarafından öldürülen kadınlar, tüm kadın cinayetlerinin yüzde 58'ini kapsıyor. Kadın cinayetleri – kadınların kadın oldukları için kasıtlı olarak öldürülmesi – küresel bir sorundur. BM’nin son tahminlerine göre , her yıl 50.000 kadın ve kız, birlikte oldukları partnerler veya diğer aile üyeleri tarafından öldürülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, kadın cinayeti erkek cinayetinden farklıdır, çünkü çoğu vaka “evde devam eden taciz, tehdit veya yıldırma, cinsel şiddet veya kadınların eşlerinden daha az güce veya daha az kaynağa sahip olduğu durumları içerir.”

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve cukurovapress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.