SERAY SAYAR LEVENT
Köşe Yazarı
SERAY SAYAR LEVENT
 

İşine gelmiyor!

Bu kelimeyi hayatımızın içinde mutlaka ya söylemişizdir ya duymuşuzdur ya da zaman zaman “Cin gibi, işine gelmiyor!” diye çınlayan kulağımızla, ebeveynlerimizin gür seslerine maruz kalmışızdır.  İşine gelmiyor!  Anlamaya çalışırız, çabalarız ancak bir türlü başaramayız…  Yönümüzü kaybederiz, evimizin adresini tarif edemeyiz mahcubiyetin bini bin para, ancak bir türlü doğru adrese gidemeyiz…  Yabancı kelimeleri söylemeye çalışırız ki anlamını çok iyi bilmemize rağmen, dilimiz bir türlü dönmez, millete şaklaban oluruz, ancak o kelimeyi  doğru telaffuz edemeyiz…  İşimiz ve sosyal çevremiz nedeniyle yabancı dil öğrenmek için gitmediğimiz kurs, eğitim kalmaz ancak “my name is…” den öteye gidemeyiz…  Bütün bize öğretilen teknikleri uygularız, ancak normal insandan iki kat daha çaba sarf etmezsek bir türlü akademik başarıyı sağlayamayız…   Her şeye rağmen sosyal ve mesleki başarı sağlayabilsek de eksik ya da karguşuk kurguşuk yazmaktan bir türlü kurtulamayız…  Konuşmaya başlarız, ancak sonunu getiremediğimiz gibi ne dediğimizi bile unutur, bizi dinleyenin “sen ne anlatıyorsun” bakışlarına maruz kalırız.  Bilmem kaç fakülte bitiririz, ancak hala hesabı parmakla yaparız. İstesek de çarpım tablosunu, alfabeyi bir türlü ezberleyemeyiz.   Ve hatta yaş ilerledikçe neler olduğunu fark etmediğimiz için aklımızı sorgulamaya, “artık doktora mı, görünsem?” demeye başlarız.  Aslında oldukça akıllıyızdır, hatta mesleki ve sosyal olarak da başarılıyızdır, ancak başarıya giden yolda çok emek sarf etmekten zaman zaman yorulur ve kendi kabuğumuza çekiliriz.  İşimize gelmediği için değil, gerçekten anlamadığımız ve zorlandığımız için ya yapmak istemeyiz ya da yaptığımız çevremize yeterli gelmez…  Peki, sizce bu kadar zorluğa rağmen neden işimize gelmiyor?  İşimize gelmeyen yok aslında, sadece biz farklıyız ve sizler görmek istemiyorsunuz. Çünkü biz disleksiyiz…  Evet, yukarıda yazdığım metin benim gibi olan ve varlığını kabul ettirmek için isyan eden bireylerin feryadı…  Ayrıca bu sıkıntıyı yaşayan çocuklarımıza yaptığımız zulüm… Türkiye de yeni yeni fark edilen ve hala aslında eğitimcilerin nasıl bir yol çizmeleri gerektiğini bilmediği disleksi ilk kez 1881 yılında tanımlanmış.    Disleksi Dünya Nöroloji Federasyonu tarafından ‘Geleneksel eğitim ortamında, yeterli zekâya ve sosyokültürel fırsata sahip olmasına rağmen okumayı öğrenme ile kendini gösteren bir bozukluk olarak tanımlanmıştır.   Disleksi ile ilgili ilk bulgular 1896 yılında bir İngiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafından elde edildi ve British Medical Journal’de yayımlandı.   Morgan makalesinde 14 yaşında olan Percy adındaki erkek çocuğunun her zaman akıllı ve zeki bir tutum içinde olduğunu, yaşıtlarıyla kıyaslandığında oyunlarda hızlı olduğunu ve arkadaşlarından geride kalan hiçbir yönü olmadığını, ancak okuyamadığını belirtiyordu   Kısaca disleksi, akıcı okuma ve okuduğunu anlama sorunuyla kendisini gösteren nörolojik temelli bir öğrenme güçlüğüdür.  Disleksi’nin temelinde sesleri fark etme, çözümleme, harfe dönüştürme, işitsel kısa süreli bellek ve hızlı isimlendirme sorunları vardır.    Disleksi, görme, işitme, problemlerinden kaynaklanan ve nörolojik olmayan okuma güçlüğünden ya da yetersiz öğretim ortamından kaynaklanan okuma güçlüğünden farklıdır    Disleksi zihinsel bir yetersizlik değildir ve zeka ile ilişkisi yoktur.   Zeka düzeyi düşük olmadığı gibi özel yeteneklere de sahip olabilirler.   ÖRN: Albert Einstein, Leonardo Da Vinci, Tom Crouse ve Türkiye’den Ebru Cündübeyoğlu disleksisi olan ünlü kişilerdir.  Sözün özü; Disleksi bir hastalık değildir. Farklı beyne sahip bireylerin, kalıplaşmış eğitim sisteminin içinde var olma mücadelesidir. Çocuğunuzu ya da kendinizi toplum normlarına uydurma yerine, farklılığınızı kabul edip yaşamınızın kalitesini yükseltmek sizin elinizde.  Herkes matematiği çok iyi bilmek zorunda değil, herkes güzel yazıp okumak zorunda da değil, ancak fakültede Muzaffer Tire hocamın dediği gibi “her insan yaratıcılığı ile doğar ve önemli olan o yaratıcılığınızı fark edebilmektir.”  O yüzden her birey özeldir ve özel ilgi ister. Eğitim sistemimizde ki elemanlar yani öğretmenler bu konuda iyi donanımlı ve yeterli bilgiye sahip olmalılar ki karşılarına gelen bu çocukları geri zekalı olarak damgalamasınlar.  Şimdi…Lütfen…Eğer çocuğunuz varsa ya da siz buna benzer sorunlar yaşıyorsanız önce bir kendinizi tahlil edin ve en kısa zamanda bir uzmandan destek almaya başlayın.Farklı olmak hem baş belasıdır hem de ayrıcalıktır.Bunun keyfini çıkarmak yine sizin elinizde.  Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!   
Ekleme Tarihi: 20 Temmuz 2022 - Çarşamba

İşine gelmiyor!

Bu kelimeyi hayatımızın içinde mutlaka ya söylemişizdir ya duymuşuzdur ya da zaman zaman “Cin gibi, işine gelmiyor!” diye çınlayan kulağımızla, ebeveynlerimizin gür seslerine maruz kalmışızdır. 

İşine gelmiyor! 

Anlamaya çalışırız, çabalarız ancak bir türlü başaramayız… 

Yönümüzü kaybederiz, evimizin adresini tarif edemeyiz mahcubiyetin bini bin para, ancak bir türlü doğru adrese gidemeyiz… 

Yabancı kelimeleri söylemeye çalışırız ki anlamını çok iyi bilmemize rağmen, dilimiz bir türlü dönmez, millete şaklaban oluruz, ancak o kelimeyi  doğru telaffuz edemeyiz… 

İşimiz ve sosyal çevremiz nedeniyle yabancı dil öğrenmek için gitmediğimiz kurs, eğitim kalmaz ancak “my name is…” den öteye gidemeyiz… 

Bütün bize öğretilen teknikleri uygularız, ancak normal insandan iki kat daha çaba sarf etmezsek bir türlü akademik başarıyı sağlayamayız…  

Her şeye rağmen sosyal ve mesleki başarı sağlayabilsek de eksik ya da karguşuk kurguşuk yazmaktan bir türlü kurtulamayız… 

Konuşmaya başlarız, ancak sonunu getiremediğimiz gibi ne dediğimizi bile unutur, bizi dinleyenin “sen ne anlatıyorsun” bakışlarına maruz kalırız. 

Bilmem kaç fakülte bitiririz, ancak hala hesabı parmakla yaparız. İstesek de çarpım tablosunu, alfabeyi bir türlü ezberleyemeyiz.  

Ve hatta yaş ilerledikçe neler olduğunu fark etmediğimiz için aklımızı sorgulamaya, “artık doktora mı, görünsem?” demeye başlarız. 

Aslında oldukça akıllıyızdır, hatta mesleki ve sosyal olarak da başarılıyızdır, ancak başarıya giden yolda çok emek sarf etmekten zaman zaman yorulur ve kendi kabuğumuza çekiliriz. 

İşimize gelmediği için değil, gerçekten anlamadığımız ve zorlandığımız için ya yapmak istemeyiz ya da yaptığımız çevremize yeterli gelmez… 

Peki, sizce bu kadar zorluğa rağmen neden işimize gelmiyor? 

İşimize gelmeyen yok aslında, sadece biz farklıyız ve sizler görmek istemiyorsunuz. Çünkü biz disleksiyiz… 

Evet, yukarıda yazdığım metin benim gibi olan ve varlığını kabul ettirmek için isyan eden bireylerin feryadı… 

Ayrıca bu sıkıntıyı yaşayan çocuklarımıza yaptığımız zulüm… Türkiye de yeni yeni fark edilen ve hala aslında eğitimcilerin nasıl bir yol çizmeleri gerektiğini bilmediği disleksi ilk kez 1881 yılında tanımlanmış.  

 Disleksi Dünya Nöroloji Federasyonu tarafından ‘Geleneksel eğitim ortamında, yeterli zekâya ve sosyokültürel fırsata sahip olmasına rağmen okumayı öğrenme ile kendini gösteren bir bozukluk olarak tanımlanmıştır.  

Disleksi ile ilgili ilk bulgular 1896 yılında bir İngiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafından elde edildi ve British Medical Journal’de yayımlandı.  

Morgan makalesinde 14 yaşında olan Percy adındaki erkek çocuğunun her zaman akıllı ve zeki bir tutum içinde olduğunu, yaşıtlarıyla kıyaslandığında oyunlarda hızlı olduğunu ve arkadaşlarından geride kalan hiçbir yönü olmadığını, ancak okuyamadığını belirtiyordu  

Kısaca disleksi, akıcı okuma ve okuduğunu anlama sorunuyla kendisini gösteren nörolojik temelli bir öğrenme güçlüğüdür. 

Disleksi’nin temelinde sesleri fark etme, çözümleme, harfe dönüştürme, işitsel kısa süreli bellek ve hızlı isimlendirme sorunları vardır. 

 

Disleksi, görme, işitme, problemlerinden kaynaklanan ve nörolojik olmayan okuma güçlüğünden ya da yetersiz öğretim ortamından kaynaklanan okuma güçlüğünden farklıdır 

 

Disleksi zihinsel bir yetersizlik değildir ve zeka ile ilişkisi yoktur.  

Zeka düzeyi düşük olmadığı gibi özel yeteneklere de sahip olabilirler.  

ÖRN: Albert Einstein, Leonardo Da Vinci, Tom Crouse ve Türkiye’den Ebru Cündübeyoğlu disleksisi olan ünlü kişilerdir. 

Sözün özü; Disleksi bir hastalık değildir. Farklı beyne sahip bireylerin, kalıplaşmış eğitim sisteminin içinde var olma mücadelesidir. Çocuğunuzu ya da kendinizi toplum normlarına uydurma yerine, farklılığınızı kabul edip yaşamınızın kalitesini yükseltmek sizin elinizde. 

Herkes matematiği çok iyi bilmek zorunda değil, herkes güzel yazıp okumak zorunda da değil, ancak fakültede Muzaffer Tire hocamın dediği gibi “her insan yaratıcılığı ile doğar ve önemli olan o yaratıcılığınızı fark edebilmektir.” 

O yüzden her birey özeldir ve özel ilgi ister. Eğitim sistemimizde ki elemanlar yani öğretmenler bu konuda iyi donanımlı ve yeterli bilgiye sahip olmalılar ki karşılarına gelen bu çocukları geri zekalı olarak damgalamasınlar. 

Şimdi…Lütfen…Eğer çocuğunuz varsa ya da siz buna benzer sorunlar yaşıyorsanız önce bir kendinizi tahlil edin ve en kısa zamanda bir uzmandan destek almaya başlayın.Farklı olmak hem baş belasıdır hem de ayrıcalıktır.Bunun keyfini çıkarmak yine sizin elinizde. 

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın! 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve cukurovapress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.