Ademoğlu’nun dünyaya gelişinden bu yana hiçbir çağ, hiçbir nesil bir sonra ki gelenleri bir türlü beğenmemiş. Sürekli “varoluş” nedenlerimizi, “neleri” araştırmış durmuşlar. Nihayetin de hala cevap bulamayan sorularla birlikte de çeşitli bilim dalları gelişirken, bu konuda meslekler çoğalmış. Şimdi karşımızda Sosyoloji, psikoloji, sosyal bilimler, toplum bilimleri gibi gibi… Terimlerle varlığını sürdürmektedir.
Akil İnsan ve toplum araştırmacılarının, toplumu nasıl irdelediğini,nasıl yönlendirdiğini,sonuç olarak neler bulunduğunu, toplumun sosyo-kültürel ve psikolojik gelişimini nasıl takip ettiğini ve çıkardıkları sonuçları bilmem ama bir eğitim uzmanı olarak.Kimsesiz ve kayıp biçare nesiller yetiştirdiğimizi net görebiliyorum.
Neden mi bu derece keskin ifade kullandım?
Ben, bizim 70’li dönemleri ezik arada kalmış nesiller olarak görürüm. Zira bir 68 kuşağının gölgesinde kendi kimliğimizi bulmak hayli zordu. O dönemden gelen ebeveynlerimiz belki de aynı başkaldırıyla karşılaşmamak ve hatta bu nedenle zarar görmememiz için bizleri otoritenin olduğu bir aile yapısıyla büyüttüler ve çoğu da devletine bağlı, “vergi namus borcudur” zihniyetine sahip, haksız kazançlara karşı duran ve bizleri asosyal yetiştirmiş olsalar da hak yememeyi, havadan kazancın olmadığını öğreterek büyüttüler.
Peki,70’den sonra ana baba olanlar ne yaptı/tık?
Dedik ki; “Biz babamızın, anamızın karşısında konuşamadık,biz arkadaşlarımızı evimize davet edemedik,biz ailemizin içinde özgürlüğümüzü-özgür düşüncelerimizi yaşayamadık.Çok sıkıntılar çektik,evlatlarımız kendi benliklerini bulsun ve özgürleşsin,bizde varsa da yoksa da onların her türlü ihtiyaçlarını karşılayalım ” dedik. Ancak gözden kaçırdığımız en önemli detay; onlara sağladığımız olanakların devamını getiremediğimizde, onlara “yaşamak için her yol mubah değildir”i demeyi unuttuk. Sadece yaşamımızın iyi taraflarını gösterip kendi hayatımıza onları dâhil etmedik. Ve onlarda artık birere ana-baba oldu peki, sonuç ne mi oldu? Şimdi size bir anekdot paylaşacağım, sonrada neden kayıp nesiller yetiştirdiğimizi anlayacaksınız.
Adamın biri bir hayvanat bahçesi inşa etti ve giriş ücretini 300 lira yaptı.
Bir kaç gün bekledi kimse gelmedi.
Sonra giriş ücretini 200 lira yaptı yine kimse gelmedi.
Nihayet giriş ücretini 10 liraya kadar düşürdü ama kimse gelmedi.
Bu defa girişi bedava yaptı. Bir gün içinde hayvanat bahçesi ziyaretçi akınına uğradı. Adam herkes içeride iken sessizce kapıları kilitledi ve aslanları serbest bıraktı. Çıkış kapısına da çıkış ücreti 500 lira yazdı. Herkes mecburen parayı ödeyip çıkmak zorunda kaldı...
Karşınıza çıkacak ucuz veya ücretsiz tekliflere dikkat edin; bedava ise muhtemelen ürün sizsinizdir.
(Psikolojikitabı)
Bir Rus Atasözü şöyle der;
"Bedava peynir sadece fare kapanında olur."... * Alıntı(Bilimsel Felsefe ve Farkındalık-Kıvılcım)
Ve bu anekdottan da anlayacağınız gibi her imkânı sunduğumuz ancak Çin atasözün de dendiği gibi “balık tutmayı öğretmeyi” unuttuğumuz çocuklarımız kolay zenginleşme peşinde kendi öz benliklerinden. Ahlaki, etik değerlerinden ödün vererek gönüllü girdikleri kapitalizm sarmalının esaretliği arasında kurdukları aile içinde dünyaya getirdikleri çocuklarını, biçareliğe, yalnızlığa ve manevi yoksunluğa mahkûm ederek. Bizlerin yaptığı hatanın üzerine çocuğunu yok saymayı ya da yük olarak görmeyi tercih ettiler.
Anlayacağınız aslında “ürünün kendileri ve evlatları olduğunu” hiç fark etmediler.
Şimdi soruyorum, genç ebeveynler “kaçınız evladınızla kaliteli zaman geçiriyorsunuz?” Kaçınız elinizdeki telefonları eve girince bir kenara bırakıp ailenizle ilgileniyorsunuz” peki “kaçınız, büyükleriniz olmadan çocuklarınıza bakabiliyorsunuz?”
Sözün özü; biz doyumsuz bir nesil yetiştirirken, şimdiki ana-babalar maddi dünyanın içinde kayıp bir nesli büyütmeye devam ediyor.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!