SERAY SAYAR LEVENT
Köşe Yazarı
SERAY SAYAR LEVENT
 

Neden!

  Hiçbir ulusta göremeyeceğimiz bütün hadiseler neden bizde yaşanır?   Neden, sürekli özgürce yaşamamız ve kimliğimizi kazanmamıza vesile olan atalarımızı sürekli eleştiririz?   Neden, hiç yorulup usanmadan inançlarımızı yüzyıllar geçse de sorgulamaya devam ederiz?   Zamanında verilmiş kararları, sözleşmeleri, anlaşmaları sürekli tenkit etmekten yorulmayan ve hatta Atatürk olmak üzere o dönemde yaşanan bütün olayları yargılayan, beğenmeyen ve sürekli “hata olduğunu” bilir bilmez savunan bir millet… Nasıl olduk? Hiç bilmiyorum…   Türk insanından başka hiçbir milleti göremezsiniz ki, ulusu kurmuş, özgürlüğünü ona geri vermiş liderini eleştirsin. “Yaptığı ne varsa doğrudur” der geçerler.   Kimse kimsenin inancını sorgulamazken, biz kendi inandıklarımızı karşıdaki insanlara kanıtlamak için sürekli savunmaya geçeriz. “İnanırsın bana ne, inanmazsın bana ne” demeyi bir türlü beceremeyiz.   Bir Hıristiyan ya da başka dine mensup hiç kimse oturup “neden bu dine inandığını ya da inanmadığını” anlatmaz, ancak biz nedendir bilinmez eğer üç beş kişi toplanmışsak ilk konuşmamız din ve siyaset üzerine olur.   O yüzden hepimiz din insanı ve azılı siyasilere dönüştük. Lozan antlaşması da bunlardan biri.100.yıl gelecek, ancak hala sorgulamaya, hatalar aramaya, yermeye ve hatta şu meşhur gizli anlaşmaları merak etmeye devam ediyoruz. Bakın bu konuda araştırma yapmış, ömrünü adamış, kahve köşelerinde değil, bilimsel çalışmalar yapmış araştırmacılar özetle ne demiş;  “… Irak sınırına gelince; bilindiği üzere Anadolu Savaşı; Ermenistan, Yunanistan ve Fransa’ya karşı yapılmıştı. Musul bölgesi konusunda ısrarcı davranmak ise o zamana kadar sesini çıkarmamış, ama petrol yatakları nedeniyle savaşmaya hazır olan Büyük Britanya’ya karşı savaş ilanı olurdu. Böyle bir gelişmenin bitkin haldeki Türkiye’ye vereceği zararları gayet iyi bilen Mustafa Kemal, bu olasılığın kabul edilir olmadığını daha 1923’ün Ocak ayında dile getirmişti. Bu durumda, Türkiye’nin Irak petrollerinden pay almasını başlı başına bir başarı olarak değerlendirebiliriz. Özetle söyleyecek olursak, Lozan’da 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşma, o dönemin koşullarında başarılı sayılması gereken bir antlaşmadır. (Ahmet Kuyaş, Lozan Anlaşması'nı Temmuz 2010'da NTV Tarih'e yazmıştı.)”   Kısacası; din ya da siyasi gelişmeleri, tarihsel açıklamaları yorumlarken o günün şartlarını göz önüne almadığımız sürece toplum bilgi kirliliğinin içinde boğulur ve arafta yaşamaya devam eder.   Biz, bize bağımsızlığımızı, bayrağımızı, toprağımızı hediye eden atalarımızın o şartlarda ve koşullarda yaptıkları ve sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına öncülük yapmış, ulus kimliğimizi kazandırmış atalarımızın “doğru,yanlış” sorgulamaları yerine, neden şu anda var olan sözleşmelerin iptal edildiğini,gizli saklı anlaşmalar yapılarak parsel parsel dağın,bayırın,sahilin,çorak toprağın satıldığını,birilerinin gelip gitmesiyle elimizdeki kağıt paraların gıcır gıcır en taze haliyle nasıl piyasaya sürüldüğünün, sorgusunu yapmanın daha doğru olacağını düşünmek bu kadar zor mu?   Bu topraklar, her evden bir şehidin kanıyla sulanmışken, hala namertlere pirim vermek… Nasıl insanlık suçu, ihanet olduğunu, bir gün vatansız, yurtsuz, azınlık olmadan,  umarım anlayabiliriz.    Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Ekleme Tarihi: 26 Temmuz 2022 - Salı

Neden!

 

Hiçbir ulusta göremeyeceğimiz bütün hadiseler neden bizde yaşanır?

 

Neden, sürekli özgürce yaşamamız ve kimliğimizi kazanmamıza vesile olan atalarımızı sürekli eleştiririz?

 

Neden, hiç yorulup usanmadan inançlarımızı yüzyıllar geçse de sorgulamaya devam ederiz?

 

Zamanında verilmiş kararları, sözleşmeleri, anlaşmaları sürekli tenkit etmekten yorulmayan ve hatta Atatürk olmak üzere o dönemde yaşanan bütün olayları yargılayan, beğenmeyen ve sürekli “hata olduğunu” bilir bilmez savunan bir millet… Nasıl olduk? Hiç bilmiyorum…

 

Türk insanından başka hiçbir milleti göremezsiniz ki, ulusu kurmuş, özgürlüğünü ona geri vermiş liderini eleştirsin. “Yaptığı ne varsa doğrudur” der geçerler.

 

Kimse kimsenin inancını sorgulamazken, biz kendi inandıklarımızı karşıdaki insanlara kanıtlamak için sürekli savunmaya geçeriz.

“İnanırsın bana ne, inanmazsın bana ne” demeyi bir türlü beceremeyiz.

 

Bir Hıristiyan ya da başka dine mensup hiç kimse oturup “neden bu dine inandığını ya da inanmadığını” anlatmaz, ancak biz nedendir bilinmez eğer üç beş kişi toplanmışsak ilk konuşmamız din ve siyaset üzerine olur.

 

O yüzden hepimiz din insanı ve azılı siyasilere dönüştük.

Lozan antlaşması da bunlardan biri.100.yıl gelecek, ancak hala sorgulamaya, hatalar aramaya, yermeye ve hatta şu meşhur gizli anlaşmaları merak etmeye devam ediyoruz. Bakın bu konuda araştırma yapmış, ömrünü adamış, kahve köşelerinde değil, bilimsel çalışmalar yapmış araştırmacılar özetle ne demiş; 


“… Irak sınırına gelince; bilindiği üzere Anadolu Savaşı; Ermenistan, Yunanistan ve Fransa’ya karşı yapılmıştı. Musul bölgesi konusunda ısrarcı davranmak ise o zamana kadar sesini çıkarmamış, ama petrol yatakları nedeniyle savaşmaya hazır olan Büyük Britanya’ya karşı savaş ilanı olurdu. Böyle bir gelişmenin bitkin haldeki Türkiye’ye vereceği zararları gayet iyi bilen Mustafa Kemal, bu olasılığın kabul edilir olmadığını daha 1923’ün Ocak ayında dile getirmişti. Bu durumda, Türkiye’nin Irak petrollerinden pay almasını başlı başına bir başarı olarak değerlendirebiliriz. Özetle söyleyecek olursak, Lozan’da 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşma, o dönemin koşullarında başarılı sayılması gereken bir antlaşmadır.
(Ahmet Kuyaş, Lozan Anlaşması'nı Temmuz 2010'da NTV Tarih'e yazmıştı.)”

 

Kısacası; din ya da siyasi gelişmeleri, tarihsel açıklamaları yorumlarken o günün şartlarını göz önüne almadığımız sürece toplum bilgi kirliliğinin içinde boğulur ve arafta yaşamaya devam eder.

 

Biz, bize bağımsızlığımızı, bayrağımızı, toprağımızı hediye eden atalarımızın o şartlarda ve koşullarda yaptıkları ve sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına öncülük yapmış, ulus kimliğimizi kazandırmış atalarımızın “doğru,yanlış” sorgulamaları yerine, neden şu anda var olan sözleşmelerin iptal edildiğini,gizli saklı anlaşmalar yapılarak parsel parsel dağın,bayırın,sahilin,çorak toprağın satıldığını,birilerinin gelip gitmesiyle elimizdeki kağıt paraların gıcır gıcır en taze haliyle nasıl piyasaya sürüldüğünün, sorgusunu yapmanın daha doğru olacağını düşünmek bu kadar zor mu?

 

Bu topraklar, her evden bir şehidin kanıyla sulanmışken, hala namertlere pirim vermek…

Nasıl insanlık suçu, ihanet olduğunu, bir gün vatansız, yurtsuz, azınlık olmadan,  umarım anlayabiliriz. 

 

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve cukurovapress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.