Bence insan, hala üzerinde araştırılması bitmeyen ve bitmeyecek, bilinmeyen bir muamma…
Neden, insanların iyilik yapmakta bu kadar zorlandığı, ancak kötülükte bayrağı kaptırmadığını… Tarihsel ve biyolojik olarak incelediğimizde sanki, anlayabiliyoruz. Atalarımız boşu boşuna “otu çek, köküne bak” dememiş. Peki, bizi ne, bu kadar acımasız, kötü, vicdansız, merhametsiz, sevgisiz yapan? Önce İnsanın geliş ve varoluş tarihsel sıralamasına bakmak lazım.
İnsan, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel yönleriyle karmaşık ve çok yönlü bir varlıktır. Biyolojik olarak insan, Homo sapiens türüne ait bir memelidir. Evrimsel süreçte beyin hacminin büyümesi, dik yürüme yeteneği, el becerilerinin gelişmesi gibi özellikler insanın doğaya uyum sağlamasında ve çevresini dönüştürmesinde kritik rol oynamıştır.
Psikolojik açıdan, insan bilinçli düşünebilme, duygularını ifade edebilme ve karmaşık problemleri çözebilme yeteneklerine sahiptir
Sosyokültürel açıdan ise insan, toplumsal bir varlıktır.
İnsanlık tarihi, insanların doğa ile olan etkileşimlerini, birbirleriyle kurdukları ilişkileri ve bu ilişkiler sonucu ortaya çıkan medeniyetleri inceler.
Modern dönemde, insanlar arasındaki etkileşimlerin küresel bir boyut kazanması, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde mümkün olmuştur.
İnsan, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel yönleriyle ele alındığında, karmaşık ve çok katmanlı bir varlık olarak karşımıza çıkar. Bu çok yönlü yapı, insanın doğayı anlamlandırma ve dönüştürme kapasitesini artırırken, aynı zamanda toplumsal ve çevresel sorumluluklarını da beraberinde getirir. İnsanlık, geçmişten günümüze kadar süregelen deneyimleri ve birikimleri ile geleceğini şekillendirmeye devam etmektedir.
Peki, bu kadar becerikli, donanımlı ve Yaradan tarafından özel kılınmış ve hatta baş meleği cennetten kovdurup bir şeytana dönüştürmüş, üstün varlık olarak görülen Âdem evlatları neden bu kadar acımasız olmuş?
Araştırmalarda bu kötülüğün birçok nedeninden bahsediliyor.
Evrimsel Kökenler: İnsanlar, tarih boyunca hayatta kalmak ve kaynakları korumak için şiddet uygulamak zorunda kalmışlardır. Avcı-toplayıcı atalarımız, yiyecek, barınak ve çiftleşme fırsatları için rekabet etmişlerdir. Bu, hayatta kalma içgüdüsü olarak şiddet ve saldırganlığı pekiştirmiştir.
Sosyokültürel Faktörler: Toplumlar ve kültürler, şiddeti farklı şekillerde teşvik edebilir veya kabul edebilir. Bazı toplumlarda, şiddet bir güç ve otorite göstergesi olarak kabul edilirken, bazı toplumlar şiddeti kesinlikle reddeder. Medya, aile yapısı, eğitim ve toplumsal normlar da bireylerin şiddete eğilimlerini etkileyebilir.
Psikolojik Faktörler: Bazı psikolojik durumlar, bireylerin şiddete eğilimlerini artırabilir. Öfke, stres, depresyon, antisosyal kişilik bozukluğu gibi durumlar, şiddet davranışlarını tetikleyebilir. Ayrıca, travmatik deneyimler veya çocuklukta maruz kalınan şiddet, yetişkinlikte şiddet eğilimlerini artırabilir.
Biyolojik ve Genetik Faktörler: İnsan beynindeki bazı yapıların ve kimyasalların (örneğin, amigdala ve serotonin) şiddet ve saldırganlıkla ilişkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca, bazı genetik faktörler de bireylerin şiddete eğilimlerini etkileyebilir.
Çevresel Faktörler: Çevresel etkenler de şiddeti tetikleyebilir. Örneğin, yoksulluk, işsizlik, sosyal eşitsizlikler ve adaletsizlik, bireylerde öfke ve hayal kırıklığına yol açarak şiddeti artırabilir.
Bu faktörlerin kombinasyonu, bireylerde neden şiddet ve öldürme içgüdüsünün fazla olabileceğini açıklar. Her birey farklıdır ve bu faktörlerin etkileri kişiden kişiye değişebilir.
İşte, bilim neden? İnsanların iyilikten daha çok kötülükle beslendiğini bu şekilde açıklamaya çalışmış, Elbette ki şiddetin yoğunluğu, şekli şemali toplumdan topluma değişim göstermektedir.
Yazıyı hazırlamak için ders notlarımı karıştırdığımda, Türk toplumunun, hangi etkenlerden bu kadar etkilenip, şiddetin doruğunu yaşadıklarını düşündüğümde, işin içinden çıkamadım.
Sizce en çok öfkeye hangi faktör sebep oluyor?
Bana göre, maalesef bizim için ortaya buz gibi kocaman bir kokteyl hazırlanmış, biz de özellikle bu sıcaklarda kana kana içiyoruz.
Sonsöz olarak iki otoriterin sözleriyle, aslında toplumumuzun nereye sürüklendiğini ifade etmek isterim.
Bakın; Eduardo GALEANO ne demiş? " İtaatsizliği cezalandırmak ve özgürlüğü disiplin altına almak için AİLE GELENEĞİ; kadınları aşağılayan, çocuklara yalan söylemeyi öğreten ve korku hastalığını yayan bir terör kültürünü sürdürmektedir. İnsan haklarının evden başlaması gerekir.."
Ya… Einstein? “Huzursuzluk nefreti, nefret kini, kin savaşı doğurur”
Peki, aile kimlerden oluşur ve otorite tarafından şekillenen birey, aile içinde hangi davranışı benimser ve benimsetir?
Kaçımız trafikte ya da herhangi bir sosyal çevrede dayak yememek için sustuk?
İnsan olmak zaten zorken, Türkiye de insan kalabilmek en önemli meziyet…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşa kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!