Dün 1 Mayıs İşçinin, emekçinin ve baharın bayramıydı. Yazmadım, çizmedim, sadece olayları, insanların ne hissettiklerini görmek istedim.
Yaşım itibarıyla o günkü olayları sadece tarih kitaplarında, manşetlerde ve bize anlattıklarıyla bilebiliyorum. Ne yaşandı, neler oldu… Elbette ki bu günler birebir yaşayanlarla aydınlanır.
Ancak dünyanın hak ve özgürlük profiline baktığımızda gerçekten direne direne, öle öle bu haklar alınabilmiş.
Dışarıdan davulun sesi hoş gelir. Bizim gibi olayları oradan buradan duyanlar için bugünler sadece anma günü ve hatta daha ilerisi bayram gibi kutlanır. Ya… İçinde olup kayıplar verenler, olayları dibine kadar yaşayanlar?
Sanal medyada çok sevdiğim bir ağabeyimin paylaşımı bu yazıyı yazmama neden oldu.
Annesi, babası ve 1 Mayıs olaylarında kaybettiği kardeşinin parkant üzerinde ki siyah beyaz fotoğrafı… Altında şu yorum vardı.”artık üçü de yok!” İçim acıdı…
Âdemoğlu bu dünyada var olmak için ne çok bedel ödemiş ve hala ödemeye devam ediyor.
Her yeni değişim ya da hak isteği, yine bizim insan dediğimiz türün baskısıyla kanlı bir mücadelenin izlerini taşımaktadır. Bu gelip geçici dünya da hiç bir şeyi hoşlukla, iyilikle çözmek için galiba kimse uğraşmamış ve uğraşmıyor.
Bu garip duyguları yaşarken, fotoğraflarda sol yumrukların havalarda uçuşması, hak-özgürlük diye dövizler atılması, nedense bana çok samimi gelmedi. Bana göre insanca yaşamın bir siyasi ideolojisi yok. Açsan açsındır. Açlık, hangi inancın, hangi siyasi tarafın olduğunu sorgulamaz.
Zulüm görüyorsan da bu aynı böyledir. Her neyi savunuyorsan bunu insanlık adına yapman gerekmiyor mu? Eğer amacın insansa…
Sonra şunu düşündüm. Bizim için ölenlere, bin kere şükür edilmeli. Ruhlarının huzuru ve neden öldüklerinin kanıtı, onların mücadelelerinin torunlarına nasıl yollar açtığını göstermeli.
Bayram mı? Bu zaten bayram olamaz… Şamanların geleneklerini az çok herkes bilir. Doğanın yeni doğuşunda ayinler yaparlar ve bereketi arttırmak, tabiata teşekkür etmek için toprak anaya şükranlarını dile getirirlermiş. Aslında bizim de bu durumları siyasetten çıkarıp hem bizim için ölenlere, hem toprağın tekrar dirilişine farklı şekilde şükranlarımızı sunmamız gerek…
Bu memlekette her emekçi sonuçta sol ideolojiye sahip değil ya da bir ideolojisi olmak zorunda değil,bence…
Sonra şunu düşündüm. Bu mücadelenin sonunda aslında direne direne, emekçi sınıfı istediği sosyo-ekonomik duruma geldi.
Çok ilginçtir. Bilmem ne kadar fakülte okumuş, bilmem ne kadar sınavı geçmiş mavi, beyaz yakalı dediğimiz sınıftan bile şuanda daha fazla haklarını aldığını görmek, hem hoş bir durum hem de oturup düşünülmesi gereken bir gerçek.
Artık işçi 8 saatten fazla çalışmıyor.
Bütün özlük haklarını alabiliyor.
Sendikaları var.
Mesailer de çok yoğun çalışmaları olsa dahi, onun karşılığı kuruşu kuruşuna ödeniyor.
SSk’sız işçi, bazı iş kollarında hala geçerli olsa da çoğunlukla kalmadı gibi…
Anlayacağınız işçi dediğimiz sınıf, küçük esnaftan da orta düzeyde memurdan da şuan da çok iyi durumda.
Her şeyden önce, işçi hakkı yendiğini anladığı an kime nereye başvuracağının oldukça farkında.
Sözüm o ki, işveren olmazsa işçi olmaz, işçi olmazsa işveren, denge bu kadar basit… Herkes birbiriyle iyi geçinmek zorunda.
Alanlarda bağırıp çığırmak yerine, bu mücadeleyi direne direne öle öle kazanmamızı sağlayan atalarımıza şükranlarımızı, minnet borcumuzu ödemeliyiz.
Nasıl mı? Gerçekten insan olarak, gerçekten haksızlıkta tepki vererek ve gerçekten “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeyerek.
Ve aslında en önemlisi, bilmem kaç yılın da o dönemin şartlarıyla başlayan halk hareketlerini,sanki şuanda da devam ediyormuş gibi değil, daha barışçı,daha çağdaş daha insanı,daha bütünleştirici,olaylardan ders çıkararak anmak doğru değil mi?
Dip not: Bunca yıl gördüğüm tek şey, zamanında komünizmi savunan, ezilenin hakkı hukuku diyen ağabeylerin, ablaların şuanda köküne kadar burjuva olduğunu görmek ve zenginleştikçe kınadıklarını yapmaya devam etmesi. O yüzden şu soruyu hep sorarım “bu halk için ölmeye değer miydi?”
İnsanca yaşam için mücadele veren ve bu yolda canını kaybeden bütün vatanseverlere şükranlarımı sunarken, ruhları huzur bulsun diyorum.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!