SAMET BEYAZ
Aslında bedenimiz sağlıklı olabilmeye hasta olmaktan daha elverişlidir. Biz çok çabalamasak da bedenimizde, her hücremizi sağlıklı ve işler hale getirmek için, var gücüyle çalışan adamakıllı dinamikler ve eşsiz bir genetik hard disk vardır. Beylik bir laf gibi gelebilir ama, sağlıklı kalmak değil, hasta olmak ekstra çaba gerektirir. Bu kadar sağlıksız olmayı istemeye istemeye başardığımız gibi, işin ilginci sağlıklı kalabilmenin hala “net” ve gerçek bir kılavuzunu hazırlamış değiliz. Her kafadan bir ses demekte haklısınız. Peki; neden bu durumdayız?
Bize uygun olmayan, değişik formatlarda yaşam kılavuzlarıyla çok fazla samimiyet kurduk. Yaşam yolculuğunun dinamiklerine, doğanın nimetlerine uygun yaşamadığımız gibi, kentin içinde başıboş avareler olmadığımızla övünerek, abuk sabuk hayat amaçları için zamanı ve bedeni harap etmekten geri kalmadık. Kent bizi sardı sarmaladı ve kendi potasında eritti.
Öyle ya da böyle ruhun bu nidalarla isyan ettiği, kentten uzaklaşmanın içindeki hüsranı temizleyeceği inancıyla, kentten uzaklaşmaya meylettiğin günlerin kasvetini, yaz aylarının perdesini aralamasıyla dağıtmaya çalışırsın.Diyelim ki, Yaz aylarında da durgun aktın, yerini iyice sıcak tuttun, kalkamadın koltuğundan! Yaşamının pervanesi bu mevsimde de girdabının dışına atamadıysa seni, duvara tosladığının alametidir. Artık önümüzdeki kış kendini ne kadar pamuklara sarıp sarmalasan da nafile. Kimden öğrenirim, kime sorarım zaten bildiğimi derken. Doğayla randevulaştım.
Doğa bugün belki unuttuğum bir şeyleri fısıldar, kulağımı vereyim dediydim, fazlasıyla turist kaldığım kendi denizime gittim sandalye attım. Deniz çok güzel, deniz babacan, deniz süt liman. Anlat kulağım sende dedim artist artist. “Höst hadsiz herif sana anlattığım destan olur, kulağının üzerine yatıp durma” diye beni şöyle bir silkeledi. Şöyle bir hazır ola geçtim; doğa bu her babayiğitle sakince konuşmaz, eli ağırdır, insana kızgın birazda. “Yazın dinlenemeden,doğaya, güneşe doymadan, toksin yükünü kısmadan, kışa ayak bastın gene. Daha üzerine sardığın çaput sayılmaz,Sarıkamış’a Allahuekber dağlarına marşlarla yola çıkmışsın. Hiç mi hafızan yoktur çok mu cesursun, bir dahakine adam saymam seni başka dilden konuşuruz” dedi.
Hep aynı teraneye hep aynı marazla karşılık veresim geliyor haddimi hep aşarak. “Sen ne diyorsun Doğa Ana, yetişme telaşı olmadan, kaygılarını vestiyerde bırakıp sana ulaşmak mümkün mü?Bir saniye dursak yüz üstü çamura düşeceğiz” diye çocuksu çemkirmemle aptallığımı haklı çıkarırcasına haykırdım.Hakikaten laftan anlayacak kadar akıllanmak için illaki şamarı yemek şart. “Kavgamız mücadelemiz geçmişte seninleydi şimdi kimle ne için belli değil. Kaybolmuşuz. Sesini duymak çok güzel deyip kapattım” diyeceğim; ne haddime. Doğa ben de ne bilgelik görmüş ki benle konuşsun.
Söz dinlemezsek bu sefer ezip geçecek, elini çok net gösterdi. Bu sefer hamleyi kaçırmayıp kartları doğru oynamam dışında hamle, oyun, kart veya kural kalmadı. Höstü yedik uzatmayacağız.
Bu yazı, bu kışı hatta bu saati, bu saniyeyi,bu anı yaşayalım lütfen. Salgınlar olsa da savaşlar sonsuz barut bulsa da, afetler kaçınılmaz olsa da; kışlarınız, mevsimleriniz ve ömürleriniz sağlık dolu ve uzun olsun umarım.
Herkese kucak dolusu sevgiler.