1- İyileşme bölgesel değil bütünseldir. Tüm bedeniniz sağlıklı bir dengede değilse, yaralarınız ya zor iyileşir ya da sorunlu iyileşir. Ağrının geçmesi iyileşme değildir. Bütünsel olmayan iyileşme yama tutmaz. Başka bir zaman ve yerde, yeniden ortaya çıkar. Şimdilik sadece “o” ağrınız uzaklaşmıştır.
2- Bütünsel iyileşmeyi her erteleme, sizin dopamininizi yer. Yeniden Dopamin sağlamak için hayatınıza bir şey eklersiniz ve o şey genelde bir bağımlılıktır. Her bağımlılık yeni bir prangadır. Üzerinize, kurtulmanız gereken yeni bir yük eklemiş olursunuz. Gittikçe kolaydan uzaklaşırsınız. Ertelemek, buna yaslarınızda dahildir, iyileşmeye başlamayı güçleştirir.
2- İyileşmenin ruhsal, bilişsel, sosyal ve bir de sexüel bileşenleri vardır. Çünkü hastalanmanıza, fizyolojinizle beraber neden olup; eşlik ederler. Bu bileşenleri de iyileştirmeden fizyolojiniz iyileşmez. İyileşme “Mış” gibi olur.
3- Kaygının devrede olduğu her yerde çarçur yasası kaçınılmazdır. İstense de tasarruf edilemez. Kaygı vücudunuzun en büyük tahripçisi ve hırsızıdır. Sizden fizyolojik kaynaklarınızın yanı sıra, "şimdiki an" ı da çalar. An sonsuzdur ve Yaradan’ın en büyük hediyesidir. Bu hediyeyi kabul etmemek…
4- Siz ve dolayısıyla bilinçaltınız iyileşmeye ikna değilse, hiçbir 2. Şahıs sizi iyileştiremez. İyileştirme gücü varsa da bu güç; ilk önce hastalığınız ile değil, iyileşme ile daha büyük bir kazancı alacağınıza sizi ikna etmeyi başarmasının gücüdür. Her şey ikna ile başlar. Zaten ikna ile gelen çoktan iyileşmeye başlamıştır.
5- Kendini sevmemenin gerçek tarifi "mükemmeliyetçiliktir". Mükemmeliyetçi kişinin, gerçekte dostu yoktur. Dahası en büyük yanılgısı dostları olduğunu düşünmesidir. Her yarası bundan mütevellittir.
6- Dişini sıkan insan umut taşır. Tünelin ucunu gördüğü an dişini sıkar çünkü. Tünelin ucundaki tahayyül ettiği ışığa varmamayı ölüm olarak kodlamıştır. Dolayısıyla varmanın mümkün olduğundan emin olunduğunda, devreye büyük bir korkuda girer. Bu korku ya başaramazsam tedirginliğinden dolayı kendine bir güç arar! Bütün takatini, hatta canını harcamaya karar verir ve bu İnsan üstü çaba için “öfkenin” iş görebileceğini düşünür. Bu öfkeye tutunarak ölüm yerine “hayatı” seçmiş olduğundan “öfkeyi” bir miktar “hayat” olarak kodlamıştır. Bu nedenle diş sıkan insan büyük bir öfkeyle “yaşar”, öfkesi geçtiği an ise “ölmek zorundadır”. Bu ölüm kutludur. Bambaşka biri olarak yeniden doğmak gerekir. Diş sıkmaktan kurtulmak demek, büyük sınavları geride bırakıp, şapkadan tavşan çıkarmakla eşdeğerdir. Tedavisi kolay değildir. Tek başına fizyolojik rehberlik ve müdahaleler yeterli olmayabilir. Benzer yaklaşımlar öfkenin neden olduğu bütün fizyolojik yansımalar için geçerlidir.