SAMET BEYAZ
Köşe Yazarı
SAMET BEYAZ
 

“İyileşmede” etrafımızdaki insanların ve yaşadığımız yerin rolü

Elbette buradaki amacım kendimizi değiştirmemek veya esneklik yeteneğimizi başkalarının elimizden aldığı, kurban rolüne yaslanmak değil. Burada değişimin sancılarını fark ederek değişmeyi teşvik etmeyi sağlamak, hatta bunu yaygınlaştırmayı hedeflediğimi tahmin edersiniz. Fark etmek, hatta anlaşılmak dönüştürücü olduğu kadar güçlüdür de. Bilgi güçtür. Yıllar önceki Rusya’yı ziyaret etme şansı bulmuş ve bu ziyaretimde parkın birinde otururken şahit olduğum bir kare sonrası bir aydınlanma yaşamıştım. Parkta  scooter üzerinde genç bir anneyi, göğsünde ana kucağı ve içinde mini minicik bir bebekle, yanında scooter süren diğer çocuğuyla hatırı sayılır bir hızla parkta geziniyor gördüğümde ben de ileri medeniyet hamlesine tanık olmuş, uzaylı gibi seyretmiştim. Burada sanki şu soru sorulabilir. Aynı şey ülkemizin mütevazi bir kasabasında herhangi bir parkta olsa idi. Aynı duruma şahit olunsa ve kadın kendiyle beraber, kucağındaki çocuğu yere düşürse misal! “Avrupai” olanlar neler mırıldanırlardı acaba. Bu kareden çok sonra, bir mahallede gün batımı spor yapacağım diye koşarken mahalle halkının beni neyden kaçıyor acaba diye kovalaması beynimde uzun süre manşet olmuştu. Ne kadar travmatik insanların arasında büyüyor veya gelişiyorsak, o kadar kendimiz olmaktan uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. Toplumunda aklı başında, naif bir huzurla, karşımızda dimdik durmasına ihtiyacımız var. “El alem ne der”, “böyle davransam yanlış anlar mı”, “şimdi sırası mı”. Sürekli karşımızdakine ve benimsediklerine göre konumlanmak! …“Hani ben yalnızca söylediğimden sorumluyum; senin nasıl işittiğinden değil” diyor ya Toltek’in 5 antlaşma yazarı Don Miguel Ruiz.  Sürekli cephede silah başında yaşıyor kimi isteklerimiz. Elbette yasalara saygıyla, fakat toplumun alışılageldik paternlerine uyulmadığındaki tepkisine, bir de kişiden kişiye değişen paragrafları içeren, altında imzamızın olmadığı bir sürü düstur eklenirse! Sürekli senaryosu bize hizmet etmeyen bir tiyatro perdesi ve önünde istenen performansı sergilemeye çalışmanın ne kadar yorucu olduğunu siz düşünün. Önce kendini bul,daha sonra kendin ol ve burada azıcık iddian varsa diret.Aksi halde dünyayı ateşe verme ile karıncayı incitmeme hassasiyeti arasında gider gelir, kendinizi kontrol edemezsiniz. Çünkü “öfkelenince sen, sen değilsin”. Kendini keşfetmekten oldukça uzaktasındır.    Diğer mesele. Hemencecik yılmak, pes etmek de diğer insanların rolü. Başarılı insanlar ile başarısız olanlar arasındaki tek fark, başarısız olanların sadece birkaç adım öncesinde pes etmeleri, denemeye devam etmemeleridir diye söyleryakimi kişisel gelişimciler. Başarının zorluğunu, Einstein,Japonya da garsona bunu sakla diyerek verdiği ünlü nota düşüyordu hatırlarsanız.Hani, mütevazive huzurlu bir hayat geçirerek ancak mutluluğu yakalamak mümkün, başarının peşinde koşarak değil gibi bir şeyler yazıyordu notta. Yıllar sonra servet edecek bir fiyata açık arttırmada satılmıştı bir de. Başarı bir çocuğun yürümeyi öğrenene kadar yaşadıklarında gizli. Çocuklar, 10.000 kez düşüp, her defasında kalkmayı ve yürümeyi yeniden denedikleri için nihayetinde yürümeyi başarırlar. İçinde 10.000 başarısızlık var ve biz; yürümeyi ilk başardıklarında bir anda gerçekleştiğini düşünmeye oldukça yatkınızdır. Ünlü kuramcı Karl Gustav yung’ın da dediği gibi “yapraklarınızın gökyüzüne değebilmesi için köklerinizin cehenneme kadar inmesi gerekir.”  İlk başarısızlığında elenmek, ancak ve ancak travmatik bir toplumun kurallarında gizlidir. İçerisinde “Mükemmeliyetçilik” sosu barındırır. Ve bu korkunç bir sostur. Rüzgârı kontrol edemesen de yelkenleri ona göre ayarlarsın, fırtınalardan kurtulursun falan engeller hep olacak. Yargıda bulunanların çoğu ilk başarısızlıklarında senin yerine utanç duyup bırakmanı öğütleyebilirler. Diğer taraftan bir de değişime çok açık olmayı güvenli bulmuyor DNA’mız. Hakkını vermek lazım, nedenlerimiz de var.  Göç yolları rotası kolay kolay değişmez mesela. Her değişiklik kimine sancılıdır biraz. Cesaret ister. Cesarette korkuya rağmen harekete geçmektir. Diyelim ki derme çatma bir kulübe de yaşıyorsunuz. Kulübe yağmurda su akıtıyor, içi küf kokuyor, konfor hiç yok falan. Ama size İstanbul da bir yalıda oturmanız teklif ediliyor. Tabi ki sevinçle karşılayabilirsiniz, fakat küçücükte olsa şimdi “nasıl olur ki bilemedim”, “ne yapsam”, ufakta olsa bir “şimdi il ‘mi değiştireceğiz”, “yeni bir hayat, konforlu ama ne bileyim kurtulmak isteyeceğim şeyler miydi bunlar” gibisinden   hissetmek mümkün. Değişim evet biraz sancılıdır, birkaç engebeyi aşıp sonrasına şahit olmak gerekir ve bu kimi “ya hep ya hiç kişiliklere” ters gelebilir. Çoğu kendi yaşanmışlıklar veya öğretilen kodlarımız yüzünden davranış değiştirmeye, yani iyileşmek için yapmamız gereken değişikliklere ayak sürebiliriz. Davranış değiştirmeden iyileşme dediğiniz ancak geçici bir rahatlama hali olabilir. Asıl olay bizim neyi değiştirmemiz gerektiğini öğrendikten sonra değişimi göze almaktır. Bunun kimi zaman bize imkânsız görünmesi tamamen hayal ürünü prangalardan ibarettir.  Bunda sıkı sıkıya bağlandığımız inanç kalıpları ve diğer insanların rolünden bahsetmeye çalıştım. Fark etmek iyileşmektir. Mümkün olduğuna inanarak değişim başlar. Herkese kucak dolusu sevgiler.  
Ekleme Tarihi: 21 Haziran 2024 - Cuma

“İyileşmede” etrafımızdaki insanların ve yaşadığımız yerin rolü

Elbette buradaki amacım kendimizi değiştirmemek veya esneklik yeteneğimizi başkalarının elimizden aldığı, kurban rolüne yaslanmak değil. Burada değişimin sancılarını fark ederek değişmeyi teşvik etmeyi sağlamak, hatta bunu yaygınlaştırmayı hedeflediğimi tahmin edersiniz. Fark etmek, hatta anlaşılmak dönüştürücü olduğu kadar güçlüdür de. Bilgi güçtür.

Yıllar önceki Rusya’yı ziyaret etme şansı bulmuş ve bu ziyaretimde parkın birinde otururken şahit olduğum bir kare sonrası bir aydınlanma yaşamıştım. Parkta  scooter üzerinde genç bir anneyi, göğsünde ana kucağı ve içinde mini minicik bir bebekle, yanında scooter süren diğer çocuğuyla hatırı sayılır bir hızla parkta geziniyor gördüğümde ben de ileri medeniyet hamlesine tanık olmuş, uzaylı gibi seyretmiştim. Burada sanki şu soru sorulabilir. Aynı şey ülkemizin mütevazi bir kasabasında herhangi bir parkta olsa idi. Aynı duruma şahit olunsa ve kadın kendiyle beraber, kucağındaki çocuğu yere düşürse misal! “Avrupai” olanlar neler mırıldanırlardı acaba. Bu kareden çok sonra, bir mahallede gün batımı spor yapacağım diye koşarken mahalle halkının beni neyden kaçıyor acaba diye kovalaması beynimde uzun süre manşet olmuştu.

Ne kadar travmatik insanların arasında büyüyor veya gelişiyorsak, o kadar kendimiz olmaktan uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. Toplumunda aklı başında, naif bir huzurla, karşımızda dimdik durmasına ihtiyacımız var. “El alem ne der”, “böyle davransam yanlış anlar mı”, “şimdi sırası mı”. Sürekli karşımızdakine ve benimsediklerine göre konumlanmak! …“Hani ben yalnızca söylediğimden sorumluyum; senin nasıl işittiğinden değil” diyor ya Toltek’in 5 antlaşma yazarı Don Miguel Ruiz.  Sürekli cephede silah başında yaşıyor kimi isteklerimiz. Elbette yasalara saygıyla, fakat toplumun alışılageldik paternlerine uyulmadığındaki tepkisine, bir de kişiden kişiye değişen paragrafları içeren, altında imzamızın olmadığı bir sürü düstur eklenirse! Sürekli senaryosu bize hizmet etmeyen bir tiyatro perdesi ve önünde istenen performansı sergilemeye çalışmanın ne kadar yorucu olduğunu siz düşünün. Önce kendini bul,daha sonra kendin ol ve burada azıcık iddian varsa diret.Aksi halde dünyayı ateşe verme ile karıncayı incitmeme hassasiyeti arasında gider gelir, kendinizi kontrol edemezsiniz. Çünkü “öfkelenince sen, sen değilsin”. Kendini keşfetmekten oldukça uzaktasındır.

   Diğer mesele. Hemencecik yılmak, pes etmek de diğer insanların rolü. Başarılı insanlar ile başarısız olanlar arasındaki tek fark, başarısız olanların sadece birkaç adım öncesinde pes etmeleri, denemeye devam etmemeleridir diye söyleryakimi kişisel gelişimciler. Başarının zorluğunu, Einstein,Japonya da garsona bunu sakla diyerek verdiği ünlü nota düşüyordu hatırlarsanız.Hani, mütevazive huzurlu bir hayat geçirerek ancak mutluluğu yakalamak mümkün, başarının peşinde koşarak değil gibi bir şeyler yazıyordu notta. Yıllar sonra servet edecek bir fiyata açık arttırmada satılmıştı bir de. Başarı bir çocuğun yürümeyi öğrenene kadar yaşadıklarında gizli. Çocuklar, 10.000 kez düşüp, her defasında kalkmayı ve yürümeyi yeniden denedikleri için nihayetinde yürümeyi başarırlar. İçinde 10.000 başarısızlık var ve biz; yürümeyi ilk başardıklarında bir anda gerçekleştiğini düşünmeye oldukça yatkınızdır. Ünlü kuramcı Karl Gustav yung’ın da dediği gibi “yapraklarınızın gökyüzüne değebilmesi için köklerinizin cehenneme kadar inmesi gerekir.”  İlk başarısızlığında elenmek, ancak ve ancak travmatik bir toplumun kurallarında gizlidir. İçerisinde “Mükemmeliyetçilik” sosu barındırır. Ve bu korkunç bir sostur. Rüzgârı kontrol edemesen de yelkenleri ona göre ayarlarsın, fırtınalardan kurtulursun falan engeller hep olacak. Yargıda bulunanların çoğu ilk başarısızlıklarında senin yerine utanç duyup bırakmanı öğütleyebilirler. Diğer taraftan bir de değişime çok açık olmayı güvenli bulmuyor DNA’mız. Hakkını vermek lazım, nedenlerimiz de var.  Göç yolları rotası kolay kolay değişmez mesela. Her değişiklik kimine sancılıdır biraz. Cesaret ister. Cesarette korkuya rağmen harekete geçmektir. Diyelim ki derme çatma bir kulübe de yaşıyorsunuz. Kulübe yağmurda su akıtıyor, içi küf kokuyor, konfor hiç yok falan. Ama size İstanbul da bir yalıda oturmanız teklif ediliyor. Tabi ki sevinçle karşılayabilirsiniz, fakat küçücükte olsa şimdi “nasıl olur ki bilemedim”, “ne yapsam”, ufakta olsa bir “şimdi il ‘mi değiştireceğiz”, “yeni bir hayat, konforlu ama ne bileyim kurtulmak isteyeceğim şeyler miydi bunlar” gibisinden   hissetmek mümkün. Değişim evet biraz sancılıdır, birkaç engebeyi aşıp sonrasına şahit olmak gerekir ve bu kimi “ya hep ya hiç kişiliklere” ters gelebilir. Çoğu kendi yaşanmışlıklar veya öğretilen kodlarımız yüzünden davranış değiştirmeye, yani iyileşmek için yapmamız gereken değişikliklere ayak sürebiliriz. Davranış değiştirmeden iyileşme dediğiniz ancak geçici bir rahatlama hali olabilir. Asıl olay bizim neyi değiştirmemiz gerektiğini öğrendikten sonra değişimi göze almaktır. Bunun kimi zaman bize imkânsız görünmesi tamamen hayal ürünü prangalardan ibarettir.  Bunda sıkı sıkıya bağlandığımız inanç kalıpları ve diğer insanların rolünden bahsetmeye çalıştım. Fark etmek iyileşmektir. Mümkün olduğuna inanarak değişim başlar. Herkese kucak dolusu sevgiler.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve cukurovapress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.