Günlerden pazartesi. Alarm çalıyor, zar zor uzanıp erteliyorsun.
Uyku mu? Lüks, uyanmalısın, belki de uyanmıyorsun, çünkü doğru düzgün uyuyamamışsın.
Kahve mi? Gerek yok, o da toparlayamıyor artık seni.
Dinlenmek mi? Zaman kaybı, koşmaya devam etmelisin. Çünkü durursan düşersin, düşersen kaybedersin, kaybedersen sistem seni dışarı atar.
Hangi sistem?
2000 yılında girmiş olduğumuz, yeni bin yılın başlangıcı.
İnsanlık tarihinde görülmemiş hızda teknolojik gelişmelerin yaşandığı, bilgi yayılım hızının katlanarak arttığı, küreselleşmenin yayıldığı çok hızlı dahil olduğumuz bir sistem.
Bilgiye erişim kolaylığı, sınır ötesi kültürlerle etkileşim, yeni ürünler, fikirler, hizmetler gibi verdiği fırsatlar elbette çok önemli.
Ya aldıkları!.. Fiziksel rahatsızlıkları geçiyorum, yüzeysel etkileşimler neticesinde yüz yüze iletişimin azalması, bireyin aile içinde bile yalnızlaşması, siber zorbalık, manipüle edilen bilgiler, başkalarının başarısı neticesinde duyulan yetersizlik hissi, yeniliğe-değişime ayak uydurma zorunluluğu gibi...
Netice anksiyete ve ruhsal yalnızlık. “Çağımızın salgını”
Bugün çağın anlamını anlamaya çalışıyoruz. Vakit yok.
En büyük yanılgı, meşgulsen, işe yarıyorsun, telefonun sürekli çalıyorsa, önemli birisin, ajandan doluysa, başarılısın. Sürekli yetişilmesi gereken son tarihler ve bitmeyen görev listeleri
Ne yazık ki, durup nefes almak artık tembellik sayılıyor. Kapitalizm seni sadece ürettiğin sürece önemsiyor. Kendini gerçekleştirmek mi istiyorsun? ’’ Önce faturalarını öde, sonra konuşuruz’’ diyor sana.
Günün sonunda, en son ne zaman gerçekten hiçbir şey yapmadan oturdun ve huzur hissettin diye düşünmeye zaman ayırabiliyor musun?
Günlerdir, haftalardır, belki yıllardır yorgunsun. Ama bu yorgunluk, bildiğimiz yorgunluklardan değil. Ruhunun bir köşesinde ince bir sızı, "Artık beni rahat bırak," diyor ve işte bu noktada tükenmişlik sendromu başlıyor.
Tükenmişlik sendromu yaşayan birini gördüğünüzde, onun çaresizliğini fark etmek zor. Çünkü bu sendrom yüzsüzdür; gülümser, çalışır, "iyiyim" der, ama ruhu çökmüştür.
İroniktir ki sistem, “Daha çok çalış, daha çok üret, daha çok tüket, biraz mindfulness, bolca gülümseme!” diyerek, ruhunuzun çığlığı önüne ses bariyerleri çeker, tükenmişliğinizi de makyajlar.
Hamster tekerinde daha hızlı dönmeniz gerekmektedir
Hamster tekerinde dönmek bazen güzel hissettirebilir. Sonuçta ödüller var.
Ama küçük bir detay var: Hamster nereye gittiğini bilmez, sadece döner. Ve sonunda nereye vardığını zannederse zannetsin, aslında hep başladığı yerdedir.
Önemli olan şu ki; sistem bizim hamster tekerinde dönmemizi isteyebilir ama biz bir hamster değiliz
O yüzden, arada bir durup, tekerin dışına bakmalıyız. Hayat, sadece koşmak değil, bazen durup nefes almak, dünyayı izlemek, hiçbir şey yapmadan da var olabileceğini anlamaktır.
O halde; “Yaşamak ve meşgul olmak aynı şey değildir” diyebilir miyiz?