DERYA BİCİK
Köşe Yazarı
DERYA BİCİK
 

23 NİSAN SAHADA BİNLERCE ATATÜRK VAR

23 Nisan 1920: Halkın sesinin duyulduğu, ilk gerçek kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış, egemenlik monarşik otoriteden kayıtsız şartsız millete geçmiştir. 23 Nisan 1929: Geleceğimizin teminatı olan çocuklara bayram olarak armağan edilmiştir. 23 Nisan neden çocuklara armağan edilmiştir? Prof. İlber Ortaylı bu konuyu şöyle özetler: “23 Nisan’ın çocuklara armağan edilmesi, Batıdaki klasik millî bayram anlayışından farklıdır. Burada, gelecek nesillerin önemine vurgu vardır. Cumhuriyetin asıl sahibi onlardır.” Tarih 1927. Anadolu da okur-yazar oranı %10. Bu oran, Harf İnkılabı ve Millet Mektepleri gibi seferberliklerin neden bu kadar hayati olduğunu açıklar. Eğitim reformları, karma eğitim sistemi, Köy Enstitüleri gibi uygulamalar da bu anlayışın parçasıdır. Atatürk’ün “Bugünün küçükleri yarının büyükleridir” sözü, günümüzde ezberlenmiş slogan niteliğinde kullanılsa da sağlam bir devlet politikası, bir rol devridir. Toplumun en masum ve en kırılgan üyelerine geleceğin sorumluluğunu yüklemeden önce, onlara alan açma çabasıdır.Günümüzde, çocuklara bu alan ne kadar açılmıştır? Evet, günümüzde geldiğimiz noktada alan açılmış mıdır yoksa çocukların rolleri çalınmıştır? Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren 23 Nisan, yalnızca çocuklara adanmış bir gün değil, aynı zamanda halkın doğrudan katılım gösterdiği birlik ve ulus bilincinin gösterisiydi. Özellikle 2011 yılına kadar, Türkiye’nin dört bir yanında halk, öğrenciler, öğretmenler, devlet erkânı ve çeşitli sivil toplum kuruluşları23 Nisan’ı stadyumlarda coşkuyla kutlardı. Çocuklar sadece izleyici değil, bu gösterilerin bizzat aktörüydü. Törenler; yöresel folklor ekibiyle,müzik eşliğinde sportif hareketlerle, kortej yürüyüşleri ile halkla bütünleşen bir bayram havası taşırdı.Protokol ve halk tribünlerde olurdu, çünkü sahne çocuklarındı ve çocuklar rollerine aylar öncesinden coşkuyla hazırlanırdı. 1979 yılı UNESCO tarafından ‘’Uluslararası Çocuk Yılı’’ ilan edilmişti. Aynı yıl TRT, Atamızın ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ ilkesine dayanarak dünya çocuklarını davet etmiş, uluslararası düzeyde kutlamaları başlatmıştı. Ancak 2012 yılında çıkarılan yeni yönetmelikle toplumsal kutlama biçiminde belirgin bir değişim gözlemlendi. Önce güvenlik, sonra tasarruf, ardından pedagojik gerekçelerle stadyum kutlamaları kademeli olarak kaldırıldı. Okul bahçelerine ve sınıflara hapsedildi. Bugün gelinen noktada ise, 23 Nisan protokol üyelerinin katıldığı sınırlı törenlerle,sınırlı çocuk katılımıyla sembolik bir anmaya indirgendi. Sistem çocukların rollerini çaldı! Peki sistem çocukların hayatında başka neler çaldı? Kimi çevrelerce ideolojik görülen, ulusal egemenliğin simgelerinden biri olan “Andımız” çalındı. Oysa milletin birliğini, ahlaki değerlerini ve çağdaş hedeflerini taşıyan bir metindi. Bu değişiklikler yalnızca uygulamalara değil, kolektif hafızaya da müdahale anlamı taşıyordu. Böylece nereden ve nasıl geldiğini unutan, nereye gideceğini bilmeyen yönsüz bir toplum şekillendirilmeye başlandı. Genç kuşakların bir kısmı, tarihini özümseyemeden, kimliksiz bir aidiyetin içine bırakıldı. Sık değişen sistem ve müfredattan anlıyoruz ki; eğitim sistemi bilimin ışığından uzaklaşmıştır. Sorgulayan değil, tekrar eden bireyler yetiştirme çabası bir pedagojik tercih değil, siyasi bir iradenin yansımasıdır. Bu yansıma; sistemi görünmez, yetersiz, işlevsiz kılmış, zihinleri yoksullaştırmıştır. Sistem yoksulluğu ise: Erişilemeyen sağlık hakkı- Erişilemeyen eğitim hakkı- Eğitimsiz aile yapıları, koruyucu birimlerin yetersizliği- Göç ve kültür çatışması- Şiddet, ihmal, istismar- Çevresel riskler, denetimsizlik ve kazalar- Travmalar ve destek eksikliği- Çocuk gelinler, kimliksiz doğumlar- Barınma ve hijyen sorunu gibi sorunlar toplumun her alanına sirayet etmiştir. Bugün, bir çocuk;küçücük zihninde geleceksizlik kaygısı taşıyorsa, çevresel tahribat, sosyal medya baskısı, psikolojik yıkımlar yaşıyorsa, bahçelerde özgürce oynayamıyor ya da oynayacak bahçe bulamıyorsa oturup düşünme günüdür. Bugün, bir çocuk; eğitimde fırsat eşitsizliği, ekonomik yoksunluk (ki çocukların % yirmi beşi okullara aç gidiyor), cinsiyet ayrımcılığı ve maalesef konteynerde eğitim almayı konfor sayıyorsa; 23Nisan yüz boyama etkinliğinden ibaret değildir!.. Onlardan neyi esirgediğimizi, hangi dünya tasarımını sunduğumuzu sorgulama günüdür. Çocuklardan başka ne çalındı? İstatistik veri olarak kayıtlara geçen hayatları! FISA’nın ‘’Çocuğun Yaşam Hakkı ‘’ raporu, 2024 yılının yalnızca ilk altı ayında, 343 çocuğun önlenebilir sebeplerden hayatını kaybettiğini ortaya koydu. Gündemden düşmeyen ve hepimizin bildiği gibi; kayıplarının sebepleri maalesef çok utanç verici. Ama beni dehşete düşüren istatistiklerden birisi de intihar vakası! TÜİK 2021 yılında; 15 yaş altı 71 çocuğun, 15-19 yaş arasında 377 çocuğun intihar ettiğini bildirmiş.  FİSA 2024 yılı ilk altı ayında, 32 çocuğun intihar ettiğini bildirmiş. Çocukların intiharından söz ediyoruz!8 yaşındaki çocukların intiharından! Genel olarak topluma baktığımızda, verilerden anlıyoruz ki, yaşanan fiziksel ve zihinsel ölümlerin sebepleri, fırsat eşitsizlikleri; Ekonomik, sosyolojik, eğitsel, bölgesel,etik-kültürel, dijital ve cinsiyet eşitsizliği. Bu kadar eşitsizliğin ortasına bırakılan toplumda adalet inancının zayıflaması normal değil mi? Niteliğin düşmesi, yolsuzluk ve liyakatsizliğin artması ahlaki ve kültürel çöküşe sebep olmaz mı? İfade, basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması toplumsal dinamizmi yok etmez mi? İşte tüm bu etkenler politiktir! Tüm etkenlerle birlikte, ezbere ve dogma bilgilere dayalı, kabul ve itaat bekleyen, sorgulamadan uzak, sessizliğe zorlayan bir sistemde çocuk ne olabilir ki? Cevap: Ya itaat eder ya da terk eder. Peki, çocukların alanını daraltan toplumsal çürüme kalıcı mı? Hayır! Son günlerde ülkemizde ve dünyanın her yerinde gençler; gücü yukardan aşağıya indirmek istemeyen kapital güçlere ve tıkanmış sisteme karşı Anayasal haklarını kullanarak risk almayı seçtiler. Ne dediler? Ne geçmişin yükü ne de geleceğin belirsizliği karşısında ezilmeyi kabul etmiyoruz, varoluşun manasını yalnızca yaşamakta değil, insanca yaşamakta arıyoruz dediler. Ve dediler ki; biz bunu hayal etmiyoruz, talep ediyoruz dediler. Kimdi bu gençler: Okul sıralarında Atatürk’ün resmine bakarak büyüyen, andımızı gururla söyleyen, 23 Nisan rolünü şehir arenasında coşkuyla sergileyen Cumhuriyet çocukları. Şimdi o çocuklar, öğretmen, mühendis, müzisyen, öğrenci olarak kendilerine açılan alanda, geleceğin sorumluluğunu yüklenerek ayağa kalktılar. İşte ben bu yüzden çürümenin kalıcı olduğuna inanmıyorum, bu yüzden ümitliyim. Çünkü sahada binlerce Atatürk var. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun çocuklar.      
Ekleme Tarihi: 22 April 2025 - Tuesday

23 NİSAN SAHADA BİNLERCE ATATÜRK VAR

23 Nisan 1920: Halkın sesinin duyulduğu, ilk gerçek kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış, egemenlik monarşik otoriteden kayıtsız şartsız millete geçmiştir.

23 Nisan 1929: Geleceğimizin teminatı olan çocuklara bayram olarak armağan edilmiştir.

23 Nisan neden çocuklara armağan edilmiştir?

Prof. İlber Ortaylı bu konuyu şöyle özetler: “23 Nisan’ın çocuklara armağan edilmesi, Batıdaki klasik millî bayram anlayışından farklıdır. Burada, gelecek nesillerin önemine vurgu vardır. Cumhuriyetin asıl sahibi onlardır.”

Tarih 1927. Anadolu da okur-yazar oranı %10.

Bu oran, Harf İnkılabı ve Millet Mektepleri gibi seferberliklerin neden bu kadar hayati olduğunu açıklar. Eğitim reformları, karma eğitim sistemi, Köy Enstitüleri gibi uygulamalar da bu anlayışın parçasıdır.

Atatürk’ün “Bugünün küçükleri yarının büyükleridir” sözü, günümüzde ezberlenmiş slogan niteliğinde kullanılsa da sağlam bir devlet politikası, bir rol devridir.

Toplumun en masum ve en kırılgan üyelerine geleceğin sorumluluğunu yüklemeden önce, onlara alan açma çabasıdır.Günümüzde, çocuklara bu alan ne kadar açılmıştır?

Evet, günümüzde geldiğimiz noktada alan açılmış mıdır yoksa çocukların rolleri çalınmıştır?

Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren 23 Nisan, yalnızca çocuklara adanmış bir gün değil, aynı zamanda halkın doğrudan katılım gösterdiği birlik ve ulus bilincinin gösterisiydi.

Özellikle 2011 yılına kadar, Türkiye’nin dört bir yanında halk, öğrenciler, öğretmenler, devlet erkânı ve çeşitli sivil toplum kuruluşları23 Nisan’ı stadyumlarda coşkuyla kutlardı. Çocuklar sadece izleyici değil, bu gösterilerin bizzat aktörüydü.

Törenler; yöresel folklor ekibiyle,müzik eşliğinde sportif hareketlerle, kortej yürüyüşleri ile halkla bütünleşen bir bayram havası taşırdı.Protokol ve halk tribünlerde olurdu, çünkü sahne çocuklarındı ve çocuklar rollerine aylar öncesinden coşkuyla hazırlanırdı.

1979 yılı UNESCO tarafından ‘’Uluslararası Çocuk Yılı’’ ilan edilmişti. Aynı yıl TRT, Atamızın ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ ilkesine dayanarak dünya çocuklarını davet etmiş, uluslararası düzeyde kutlamaları başlatmıştı.

Ancak 2012 yılında çıkarılan yeni yönetmelikle toplumsal kutlama biçiminde belirgin bir değişim gözlemlendi. Önce güvenlik, sonra tasarruf, ardından pedagojik gerekçelerle stadyum kutlamaları kademeli olarak kaldırıldı. Okul bahçelerine ve sınıflara hapsedildi. Bugün gelinen noktada ise, 23 Nisan protokol üyelerinin katıldığı sınırlı törenlerle,sınırlı çocuk katılımıyla sembolik bir anmaya indirgendi.

Sistem çocukların rollerini çaldı!

Peki sistem çocukların hayatında başka neler çaldı?

Kimi çevrelerce ideolojik görülen, ulusal egemenliğin simgelerinden biri olan “Andımız” çalındı. Oysa milletin birliğini, ahlaki değerlerini ve çağdaş hedeflerini taşıyan bir metindi.

Bu değişiklikler yalnızca uygulamalara değil, kolektif hafızaya da müdahale anlamı taşıyordu.

Böylece nereden ve nasıl geldiğini unutan, nereye gideceğini bilmeyen yönsüz bir toplum şekillendirilmeye başlandı. Genç kuşakların bir kısmı, tarihini özümseyemeden, kimliksiz bir aidiyetin içine bırakıldı.

Sık değişen sistem ve müfredattan anlıyoruz ki; eğitim sistemi bilimin ışığından uzaklaşmıştır. Sorgulayan değil, tekrar eden bireyler yetiştirme çabası bir pedagojik tercih değil, siyasi bir iradenin yansımasıdır.

Bu yansıma; sistemi görünmez, yetersiz, işlevsiz kılmış, zihinleri yoksullaştırmıştır.

Sistem yoksulluğu ise: Erişilemeyen sağlık hakkı- Erişilemeyen eğitim hakkı- Eğitimsiz aile yapıları, koruyucu birimlerin yetersizliği- Göç ve kültür çatışması- Şiddet, ihmal, istismar- Çevresel riskler, denetimsizlik ve kazalar- Travmalar ve destek eksikliği- Çocuk gelinler, kimliksiz doğumlar- Barınma ve hijyen sorunu gibi sorunlar toplumun her alanına sirayet etmiştir.

Bugün, bir çocuk;küçücük zihninde geleceksizlik kaygısı taşıyorsa, çevresel tahribat, sosyal medya baskısı, psikolojik yıkımlar yaşıyorsa, bahçelerde özgürce oynayamıyor ya da oynayacak bahçe bulamıyorsa oturup düşünme günüdür.

Bugün, bir çocuk; eğitimde fırsat eşitsizliği, ekonomik yoksunluk (ki çocukların % yirmi beşi okullara aç gidiyor), cinsiyet ayrımcılığı ve maalesef konteynerde eğitim almayı konfor sayıyorsa; 23Nisan yüz boyama etkinliğinden ibaret değildir!..

Onlardan neyi esirgediğimizi, hangi dünya tasarımını sunduğumuzu sorgulama günüdür.

Çocuklardan başka ne çalındı?

İstatistik veri olarak kayıtlara geçen hayatları!

FISA’nın ‘’Çocuğun Yaşam Hakkı ‘’ raporu, 2024 yılının yalnızca ilk altı ayında, 343 çocuğun önlenebilir sebeplerden hayatını kaybettiğini ortaya koydu.

Gündemden düşmeyen ve hepimizin bildiği gibi; kayıplarının sebepleri maalesef çok utanç verici. Ama beni dehşete düşüren istatistiklerden birisi de intihar vakası!

TÜİK 2021 yılında; 15 yaş altı 71 çocuğun, 15-19 yaş arasında 377 çocuğun intihar ettiğini bildirmiş. 

FİSA 2024 yılı ilk altı ayında, 32 çocuğun intihar ettiğini bildirmiş.

Çocukların intiharından söz ediyoruz!8 yaşındaki çocukların intiharından!

Genel olarak topluma baktığımızda, verilerden anlıyoruz ki, yaşanan fiziksel ve zihinsel ölümlerin sebepleri, fırsat eşitsizlikleri; Ekonomik, sosyolojik, eğitsel, bölgesel,etik-kültürel, dijital ve cinsiyet eşitsizliği.

Bu kadar eşitsizliğin ortasına bırakılan toplumda adalet inancının zayıflaması normal değil mi?

Niteliğin düşmesi, yolsuzluk ve liyakatsizliğin artması ahlaki ve kültürel çöküşe sebep olmaz mı?

İfade, basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması toplumsal dinamizmi yok etmez mi?

İşte tüm bu etkenler politiktir!

Tüm etkenlerle birlikte, ezbere ve dogma bilgilere dayalı, kabul ve itaat bekleyen, sorgulamadan uzak, sessizliğe zorlayan bir sistemde çocuk ne olabilir ki?

Cevap: Ya itaat eder ya da terk eder.

Peki, çocukların alanını daraltan toplumsal çürüme kalıcı mı? Hayır!

Son günlerde ülkemizde ve dünyanın her yerinde gençler; gücü yukardan aşağıya indirmek istemeyen kapital güçlere ve tıkanmış sisteme karşı Anayasal haklarını kullanarak risk almayı seçtiler.

Ne dediler?

Ne geçmişin yükü ne de geleceğin belirsizliği karşısında ezilmeyi kabul etmiyoruz, varoluşun manasını yalnızca yaşamakta değil, insanca yaşamakta arıyoruz dediler.

Ve dediler ki; biz bunu hayal etmiyoruz, talep ediyoruz dediler.

Kimdi bu gençler: Okul sıralarında Atatürk’ün resmine bakarak büyüyen, andımızı gururla söyleyen, 23 Nisan rolünü şehir arenasında coşkuyla sergileyen Cumhuriyet çocukları.

Şimdi o çocuklar, öğretmen, mühendis, müzisyen, öğrenci olarak kendilerine açılan alanda, geleceğin sorumluluğunu yüklenerek ayağa kalktılar.

İşte ben bu yüzden çürümenin kalıcı olduğuna inanmıyorum, bu yüzden ümitliyim. Çünkü sahada binlerce Atatürk var.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun çocuklar.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve cukurovapress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.