Yıl 1912… Elinde bavuluyla, uzun boylu, iri yapılı, yirmili yaşlarının sonlarında gösteren; saçını özenle ortadan ikiye ayırıp yatırmış, hafif kilolu bir beyefendi ‘’Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel…’’ dediği İstanbul’una döndü. Padişahın baskılarından kurtulmak için kaçıp 10 yılını geçirdiği Paris’ ten sonra şehri değişmiş buldu. Ya da değişen kendisiydi. Bakışıydı belki de. Nitekim ismini; Ahmet Agah iken Yahya Kemal (Beyatlı) olarak değiştirmişti.
O yıllarda, on beş yaşlarında bir delikanlı da ilk şiirlerini yazıyordu…
18. yüzyılın sonlarında Celile Hanım; Osmanlı’nın en güzel kadınlarındandı. Paşa kızıydı, saray ressamı Fausto Zonaro‘dan resim dersleri almış, Paris ve Roma’ da eğitim görmüş, adını resim sanatına altın harflerle yazdırmıştı. Resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandı. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıydı. 1900 yılında ise bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi. Türk şiirinin önemli isimlerinden Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı.
Bir gün yine özel ders için erkenden gittiği evde, Nazım, hocası Yahya Kemal ile annesinin yakınlığını gördü. Hiçbir şey demeden çekip giderken, hocasının ceketinin cebine bir not bıraktı. Yahya Kemal daha sonra cebindeki bu notu buldu: “Muallimim olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.!’’ Bunun üzerine ünlü şair tedirgin oldu. Bir süre Celile Hanım’ın evine gitmedi. Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi. Celile Hanım ise Yahya Kemal için kocasından boşanmış ve dedikoduları iyice haklı çıkarır hale getirmişti.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bahsettiği bugünlerde Celile Hanım bir mektubunda Yahya Kemal’e şu şekilde hitap eder;
“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim. Gelmedin mahzun oldum. Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi. Çok çok göreceğim geldi. Beni niye aramadın. Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi. Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum.
Sen ne yapıyorsun benim artık tahammüle sabra mecalim kalmadı. Nikâh için annem seni görmek istiyor.
Bir kere nikâh olsa bize misafir gelirsin, oturur konuşuruz. Odamız sıcacık, soğuklar oldukça hep seni düşünüyorum. Sana arzu ettiğin gibi ne zaman yuva yapacağım. Canımın içi pek göreceğim geldi hemen gel. Binlerce güzel gözlerinden öperim. Karıcığın Celile”
Teklif bekleyen Celile Hanım’a Yahya Kemal’den yalnız bir veda mektubu geldi. Mektubun ardından ayrılığın acısı üzerine Celile Hanım Ada’dan ve daha sonra İstanbul’dan adeta kaçarken Yahya Kemal hayatındaki en büyük aşkının Ada’dan gemiyle uzaklaşması esnasında çaresizliğini mısralara döktü :
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.