Babil kentinin baş tanrısı Marduk;
Zigguratlar içinde en büyüğü olan Babil Kulesi ise Babil kentinin baş tanrısı Marduk’ a adanmıştı. Bu bağlamda Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Babil’in Asma Bahçeleri içinde yer alan bu kule, inanışa göre insanoğlunun gökteki tanrılara ulaşabilmesi için inşa edilmişti.
Tanrılarla yakından bir bağ kurup, her iki alemi de güzelleştirmeleri için gökyüzüne kadar yükselecek şekilde bir merdiven yapmaktı amaç. Daha açık söylemek gerekirse; hem insanları tanrı ile , hem de tanrıyı insanlar ile bir araya getirecek, yer ile göğü birbirine bağlayan bir köprü, bir kapıydı bu. Tanrı da bu sayede, istediğinde, ona layık olan kulenin en tepesinde yerini alabilecekti.
Fakat inanışa göre durum hiçte güzel sonuçlanmadı. İnsanların tahmininin aksine, bu parlak fikir Tanrıların hiçte hoşuna gitmemişti.
Efsaneye göre tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların bu teşebbüsünü, bir saygısızlık olarak görmüştü. Özetle bir ceza olarak, o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dillerini karıştırıp bir karmaşa yaratmış ve bütün planı altüst etmişti. Sonuç olarak artık insanlar, kendilerini bilmezliğin bir cezası olarak, birbiri ile anlaşamaz hale gelmişti.
Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlıkta bahsi geçen ve dini bir bakış açısıyla ele alınmış bu mit, insanın kendini beğenmişliğini, ne kadar bilse de aslında hep yetersiz olduğunu gösterirken; bunun karşısında ‘Tanrının kusursuz aklını’ kıyaslamış ve dil çeşitliliğinin de kökenini kendince aydınlatmıştır.
İbrahimî dinlerin mantığı gayet açıktır. Tanrı ulaşılamaz bir noktadadır ve dolayısıyla kendini bilmeyip buna cüret edecek olan kişi cezalandırılır.