Ünlü Halk Ozanı Aşık Veysel ne güzel söylemiş. Dost dost diye nicesine sarıldım. Benim sadık yarim kara topraktır. Beyhude dolandım boşa yoruldum. Benim sadık yarim kara topraktır.”
Günümüzde dost bulmak öyle zor ki. Zorlu hayat şartları hepimizi yalnızlığa itmeye başladı. Bir de buna arda arda yaşadığımız felaketler eklenince, birbirimizden uzaklaşmaya başladık. Maddiyatın, menfaatin, çıkar ilişkilerinin ön planda olduğu dünyamızda, hepimiz bu düzene mahkum olmaya başladık.
Neyse ki eski dostlarımız var da onlar bizi kurtarıyor. “Yosun tutan taşlar gibi, eski dostlar” sözü ne kadar anlamlı ve bunu ne de güzel anlatıyor.
Bir dostu olmalı insanın, sesini duyunca rahatlayacağı, yanına koşacağı sohbet edeceği, kahve içeceği. Dertleşeceği, iyi ve kötü günde yanında olacağı güzel insanlarla karşılaşmayı nasip eyle.
***
Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle sağlık durumu kötüleşen ve inzivaya çekilme kararı alan Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, yakın dostlarına bir veda mektubu gönderir. İşte usta yazar Marquez’in duygu yüklü veda mektubu:
“Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen herşeyi dile getiremeyebilirdim ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok düş görür, gözümü yumduğum her dakikada 60 saniye boyunca ışığı düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, yalnızca vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin yüzünü göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, şiirler okur, serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı. Gün geçmesin ki karşılaştığım tüm insanlara onlara sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk için yaşardım. Erkeklere yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğun anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. Çocuklara kanat ederdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar sizlerden ne kadar çok şey öğrenmişim. Tüm insanların mutluluğunun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak olduğunu öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kepçeyle mahkum ettiğini öğrenirdim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir biçimde,
Artık ölebilir miyim.”
***
İşte hayat bu, gelip geçiyor! Hepimiz bir gün veda edeceğiz. Bay bay demeden önce güzel mektuplar bırakmak elimizde. Dünyadan göç ederken hepimizin güzel veda mektupları bırakması dileğimle esenlikler dilerim.