(Uzman Klinik Psikolog – Terapist
“Dijital Bağımlılık ve Ergenlik: Çevrimdışı Kalabilmek Mümkün mü?”
Araştırmalara göre, Türkiye’de sosyal medya kullanım oranları diğer ülkelere göre daha yüksek görülmektedir. Araştırmalar, sosyal medya kullanan bireylerin geçtiğimiz beş yıllık süreç içerisinde arttığını ortaya koymuştur.Günümüzde ise ergenler dijital bir dünyanın neredeyse sahibi haline geldi. Doğduklarından beri internetin içinde var oluyorlar.Klinik gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki seanslarımda da çok sık şahit olduğum bir durum; sosyal medya kullanımının günlük hayatımızın ciddi anlamda bir parçası olduğudur. Özellikle genç kesim günde ortalama 6-7 saatini sosyal medyada harcıyor. Uyanır uyanmaz telefonlarına bakan, ders aralarında video kaydıran, sürekli sanal olarak arkadaşlarıyla iletişim halinde olan bir nesil. Peki bu sürekli “online olma hali” ergenlik sürecini nasıl etkiliyor?
Sosyal medyada uzun süreler boyunca vakit geçirmek, gençlerin uyku düzenini de olumsuz anlamda etkiliyor. Gece geç saatlere kadar telefona bakan gençler sabah kalkarken zorlanıyor, bitkin uyanıyor, odaklanma problemleri ve dikkat eksiklikleri yaşayabiliyor. Bu durumda eğitim süreçlerinde ve akademik anlamda performanslarını olumsuz etkiliyor. Sosyal medya içerisinde fazla zaman geçirmek beynin ödül merkezini harekete geçirmekte ve sosyal medya bağımlılığı gibi bir riskle bizi karşı karşıya bırakmaktadır.
Geçen hafta 15 yaşındaki bir danışanım üzülerek anlattı: “Instagram'daki son fotoğrafım sadece 50 beğeni aldı. Arkadaşlarımınki hep 200'ün üzerinde. Galiba ben sevilmiyorum..." Bu cümle, son zamanlarda aşina olduğum bir cümleydi. Takipçi sayısı ve beğeniler,günümüzde ergenler içinadeta öz değerini belirleyecek bir durum haline geldi. Bu şekilde sosyal olarak statülerini belirleyerek kabul görme ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Daha fazla takipçi demek ergenler için popülerlik anlamına gelebiliyor ve arkadaşları arasındaki yerini konumlandırabiliyor. Ergenler, kendilerine verilen değeri sosyal medya üzerinden tanımlamaya başladı ve eskiden sosyal ortamlarda yaşanılan kabul görme ihtiyacı, internet ortamında kendine bir yer bulmuş oldu.
Bir diğer önemli problem ise; sosyal medyada görülen “kusursuz ve mükemmel hayat” yanılsaması,fotoşoplanmış fotoğraflar, mükemmel görülen yaşam tarzı, kolay ulaşılan hayat idealleri ile karşılaşan ergenler sosyal medyada gördükleri o “kusursuz ve mükemmel” hayatlarla kendi hayatlarını kıyaslama eğilimine kapıldıklarında, kendilerini yetersiz hissedebiliyor. Düzenli olarak başkalarının hayatını takipte olmak, “Ben yeterli değil miyim?“Neden benim hayatımda bu kadar mükemmel değil?” gibi sorularla ergenlerin zihinlerinde endişe yaratıyor. Bu gibi endişeler, bireylerde özgüven problemleri, yeme bozuklukları ve kaygı sorunlarına temel hazırlıyor.
Uzman olarak en çok endişelendiğim konulardan diğeri ise; özellikle pandemi dönemiyle oldukça artan ve giderek artış gösteren gerçek hayatla ve gerçek ilişkilerle olan kopuş. İki ekran arasında iletişim kuran ergenler, kendilerini gerçek hayattan soyutluyor ve sosyal becerilerini geliştirmekte problem yaşayabiliyor. Bu durum da iletişim problemlerine neden olabiliyor. Araştırmalar bireylerin bu sanal dünyada giderek daha fazla zaman harcadıklarını, gerçek hayattaki ihtiyaçlarını dahil bu sanal dünyada karşılamaya başladıklarını, yeni dünyalar inşa edip bu sanal dünyada yaşadıklarını gösteriyor. Hatta kişilerde zaman zaman gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki sınırın bulanıklaştığı gözlemlenebilmektedir.
Günlük hayatımızda sosyal medyayla birlikte gelen bu değişiklikler yeni bir kavramı da ortaya çıkardı. FOMO (Fear of MissingOut – Bir Şeyleri Kaçırma Korkusu),bu kavram dilimizde ise “sosyal ortamlarda olan gelişmeleri kaçırma korkusu” olarak tanımlanmıştır. FOMO gündemimize yeni yerleşen bir kavram olsa dasosyal medya içinde de kendine yer bulabilmiştir. İnsanların gittiği yerler, paylaştıkları şeyler, hayatta yaşanan önemli olayları kaçırdığını hissetmesidir. Yani “Bir şeyler oluyor ve ben kaçırıyorum” hissiyatıdır. Sosyal medyanın hızla artan kullanımı ile bu kavram psikoloji bilimi tarafından da etkileri gözlemlenen bir olgu haline gelmiştir. Sıkça gözlenen bu durum, yani bir şeyleri kaçırma endişesi ergenleri sosyal medya da daha çok çevrimiçi olmaya itmektedir. Ergenler, çevrimdışı kaldıkları zaman bir şeyleri kaçırdıklarını hissedebilir ve bu durum onlarda endişe yaratabilir.
PEKİ NE YAPILMALI?
Ailelerin bu konuyla ilgili en çok sorduğu soru; “Telefonu yasaklayalım mı?”. Hayır, çözümü bu değil. Benim önerim,öncelikle ailelerin bu konudaki bilinçli tutumu oldukça önemli. Sosyal medya kullanımını tamamen yasaklamak yerine daha sağlıklı sınırlar inşa etmek gerekiyor. Bu doğrultuda gençlerle açık iletişim kurmak, sosyal medyanın tehlikeleri konusunda bilinçlendirmek ama bunu yaparken de onların dijital çağda doğduğunu unutmadan, alternatif ilgi duyabileceği aktiviteler tavsiye ederek yapmak daha doğru bir yöntem olacaktır. Okul sonrası, her gün bir saat “teknolojisiz aile zamanı” belirlemek faydalı olabilir. Gençlere sosyal medyada gördüklerinin “görünen” den ibaret olduğunu hiçbir hayatın veya kişinin mükemmel ya da kusursuz olmayacağını ifade etmekperspektif kazanmaları açısından yardımcı olacaktır.Aynı şekilde ailelerinde bu konuda sosyal medyayı bilinçli kullanarak model olması da oldukça önemli olmaktadır. Günümüzde ne yazık ki sosyal medya bir tercihten ziyade hayatımızın bir parçası oldu.Önemli olan yaşantımıza bununla nasıl devam edeceğimiz. Çocuklarımızı bu çağın getirdiği yeniliklerin dışında tutamayız, tutmamalıyız da. Ancak bilinçli bir şekilde kullanmayı, sanal dünya ile gerçek dünya arasında dengeyi sağlama becerisini öğretmek için çaba göstermeliyiz.