''Varlıklı ve yoksul öğrenci arasındaki makas açıldı”

 

ALİ BOZ/ELİF HALLAÇOĞLU

 

Seher Ergin, ekonomik krizin derinleşmesiyle neredeyse açlık sınırında ücretler alarak çalışan eğitim emekçilerinin karşısına bir de uzmanlıklarını yok sayan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun (ÖMK) çıkarıldığını belirterek, “ Mesleğe hakaret niteliğindeki bu kanuna karşı itirazı örgütleyen sendikamız hakaretvari söylemlerle hedef alındı. Güvenceli istihdam Anayasal bir hak olmasına rağmen sözleşmeli ve ücretli öğretmen sömürüsü devam ettirildi. Ataması yapılmayan öğretmenler ordusu daha da büyüdü. Bilimin yuvası olması gereken üniversitelerde siyasi baskı arttı, antidemokratik yöntemlerle rektörler atandı; üniversitelerimizin uluslararası eğitim arenasındaki saygınlığı ve gelişmiş ülkelerdeki üniversitelere kıyasla başarı oranı, bu sene biraz daha düşürülmüş oldu” diye konuştu.

Eğitim sistemi de bu kötü gidişattan payını aldığının altını çizen Ergin, “İkili ve taşımalı eğitim garabetleri ile kalabalık sınıflarda eğitim sorunu devam etti. Öğrencilerin pandemi sürecinde yaşadıkları öğrenme kaybı giderilmedi. Derin yoksulluk yaşayan veli ve öğrenciler, sosyal devlet ilkesine uygun politikalar belirlemeyen yöneticiler yüzünden çok zor bir yıl yaşadı. Çocuklarımız musluklardan su içti, aç karnına derslere girdi. Ailesi varlıklı öğrenci ile ailesi yoksul öğrenci arasındaki makas, kapanması çok zor bir biçimde açıldı. Ayyuka çıkan onca skandala rağmen dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar eğitimde cirit atmaya devam etti; mesleki eğitim adı altında yüz binlerce öğrenci eğitimden koparılıp sermayeye ucuz işgücü oldu” dedi. Eğitim-İş Sendikası 1 Nolu Şube Başkanı Seher Ergin şöyle devam etti:

 “ Tablo bu iken, Bakanlığın “2022’de tüm hedeflerimize ulaştık” söylemi, kendi içinde acizlik barındırıyor. Çünkü hem o hedeflerin çoğu eğitimin asıl sorunlarını görmezden gelerek belirlenmişti hem de hedeflerde gelinen noktaya da başarı demek için aptallık derecesinde iyimser olmak gerekir.

Bakanlığın 2022 hedeflerine başlıklar halinde değinecek olursak;

•    Bu yılın hedefleri arasında okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması vardı. Oysa biz, “okul öncesi eğitim, eğitimin olmazsa olmazıdır” dememize rağmen bu sürecin zorunlu eğitime dahil edilmemesinin acı sonuçlarını hala yaşıyoruz. Minik öğrencilerin bir çoğundaki adaptasyon sorununun da, yavrusunu okul öncesi eğitim kurumlarına gönderecek maddi durumu olmayan ailelerin birçoğuna Diyanet’in ve tarikatın eğitim adı altında musallat olmasının da ana aktörü olan MEB, kendisini bu konuda başarılı ilan ediyor!

•    “Eğitim ve eğitim hizmetlerine erişimin artırılması” ise MEB’in kendisiyle övündüğü başka bir hedefi. Taşrada çocukların okula gitmek için hala dağ tepe aşmak zorunda olduğu, yeterli okul ve yurt yapılmadığı için yüzbinlerce çocuğumuzun eğitime ulaşmakta zorlandığı ve tarikatların tam da yöneticilerin boş bıraktığı bu alanlardan çocuklarımıza musallat olduğu gerçeklerine rağmen MEB, bizden alkış bekliyor!

•    MEB, “okullaşma oranı hedeflerimi de yakaladım” diyor. Yasalarında “zorunlu eğitim diye bir kavram” bulunan bir ülkede okullaşma oranı yüzde yüz olmadıkça bir başarıdan söz edilemez. Üstelik daha yakın zamanda 6 yaşındaki bir kız çocuğunun tarikatçı ailesi tarafından okula gönderilmeyip “evlendirme” adı altında onlarca yıl istismara sürüklediği ortaya çıkmış ve kamuoyu zorunlu eğitimin takibinin ne kadara başı boş bırakıldığını öğrenmişken, bu tablodan başarı çıkarmaya çalışmak büyük çaba ister. Bizim sorularımıza cevap vermeyen ve her sene okullaşma oranındaki ufak yüzdelik kıpırdanmalarla övünen MEB, hala açıköğretimdekiler de hesap edildiğinde 1.5 milyonu aşkın kız çocuğumuzun eğitim sistemi dışında olduğu gerçeğini bile isteye görmezden gelmektedir.

•    Mesleki eğitimin güçlendirilmesi başlığı da bir felakete şık bir tabela asmaktan başka bir şey değil. MESEM denen garabet bile tek başına ortaya koyuyor ki MEB, mesleki eğitim adı altında çocukları örgün eğitimden koparıyor. Cumhuriyet’in çocuklara sunduğu “yeteri kadar azimle çalışırsanız bu ülkede her şey olabilirsiniz” fikri ve umudu, MEB eliyle yok edilmiş durumda. Yoksulluğun ve işçiliğin aileden evlada geçtiği bir eğitim sistemi kuran, çocukları okullardan koparıp işyerlerine iterek onlara “işçisin sen işçi kal” diyen, sermayeye “bu çocukların eti senin, kemiği benim. Üstelik parasını da ben kendi ödeneklerimden karşılayacağım” diyen Bakanlık, bunun için kamuoyundan takdir bekliyor. Çalışma hayatında 2 milyona yakın çocuk işçi bulunmakta ve çocuk işçilerin yaklaşık yüzde 80’i kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Türkiye’de çocuk işçiliği ve iş cinayetleri raporuna göre, 2013’ten bugüne kadar en az 811 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. İşte MEB’in alkış beklediği tablo bu!

•    MEB’in övündüğü diğer bir alan ise 200 milyon yardımcı kaynağı ücretsiz dağıtmış olmak. Oysa bu kadar yardımcı kaynağa ihtiyaç duyulması bile -son LGS ve YKS’nin de kanıtladığı üzere- mevcut müfredat ve onun ders kitaplarının ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır.

•    “Köy yaşam merkezleri açtık ve hedefimize ulaştık” diyen Bakanlık, “Peki ilerici kamuoyunun tüm itirazlarına rağmen köy okullarını neden kapattınız? Bunca yıl o okulların viraneye dönmesine neden seyirci kaldınız? Şimdi yanlış sosyal ve ekonomi politikaları yüzünden hayalete dönen köylerde eğitimi nasıl sağlıklı biçimde yöneteceksiniz?” sorularını hala görmezden gelmektedir.

•    Doğrudan tüm okullara bütçe göndermek de MEB’in övündüğü trajikomik başlıklardan bir tanesi. Oysa okullara yıllık olarak gönderilen bu bütçenin, okulların aylık giderlerini bile karşılamadığını; bu yüzden okul yöneticilerinin adeta şirket yöneticisi gibi gelir kaynakları yaratmak durumunda bırakıldığını ve bunun ceremesini de en çok velilerin çektiğini sendika olarak defalarca, somut örnekler vererek ortaya koymuştuk.

•    Diğer bir rezalet ise okulların güçlendirilme çalışmaları ve kütüphane inşaatları konusunda MEB’in taktir beklemesidir. İnşaatı/Onarımı bitmeyen okullar yüzünden büyük şehirlerde bile tek bir okul çatısına birkaç okulu dolduracak kadar öğrenciyi tıkan, eğitimi adeta vardiyalı hale getiren; yarının geleceği olan öğrencilerimize sıkış tıkış bir eğitimi, kalabalık sınıfları reva gören; bazı okullardaki kolon çatlağı ve bakımsızlığa dair fotoğraflara sessiz kalan Bakanlık, “işimde iyiyim” diyor. Kütüphane konusu da bunun ambalajı niteliğinde. Devlet okullarının birçoğunda laboratuvar yok, sosyalleşme ve faaliyet alanı yok, sağlık odası yok, yöneticilerin zorunlu kullandığı bilgisayardan başka bilgisayarları yok, yeterli tuvaletleri bile yok! Ama iki raf çaktığınız zaman adına kütüphane diyebildiğiniz için, sadece bununla övünen bir Bakanlık var.

Özetle; 2022 yılında eğitimin kronik sorunları devam ettirilmiş, eğitimin paydaşları bu sorunlar karşısında daha da çaresiz hale getirilmiştir. Şimdi bu sorunların yaratıcısı olan MEB, iç kanaması olan bir hastaya yara bandı yapıştırmaktan ibaret olan politikalarıyla bizden alkış ve taktir beklemektedir. Bizden alacağı tek şey ise gerçekleri yüzüne vuracak olmamız ve ülkenin geleceğini karartan bu politikalara karşı, 2023 yılında da emeğin onuru, emekçinin hakkı için kararlılıkla mücadele etmeye devam etmemiz olacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle tüm eğitim emekçilerini Başöğretmen’in eğitim neferlerinin ortak çatısı olan Eğitim-İş altında birleşmeye, ülkesi için parlak bir gelecek uman ve bunun ancak laik, bilimsel, çağdaş, adil ve kamusal bir eğitim sisteminin inşa edilmesinden geçtiğinin farkında olan tüm yurttaşları ise mücadelemize destek olmaya çağırıyoruz.”